“(Ey Habibim!) Allah’ın kendisine bahşettiği iman/hidayet/şeref ve izzet nimetini nankörlüğe çevirip, nankörlükle değiştirenleri (küfür ve nankörlüğü alıp iman ve izzeti elinin tersiyle itenleri) ve kavimlerini/bağlılarını da peşinden sürükleyerek helâk yurduna sokanları gördün mü?
Cehenneme sokanları? Orası ne kötü bir karargâhtır!”(İbrahim: 14/28-29)
“Kaderiniz tercihiniz/mecburiyetiniz değil, tercihleriniz kaderinizdir.”
Üzerinden henüz bir asır geçen “Kurtuluş savaşı” ve tüm çıplaklığıyla “on beş temmuzu” yaşayan Müslüman Türk milleti, “hayatı ve ölümü”, hayat ve ölüm hakikatini en iyi bilmesi gereken millettir.
Yaşamanın ve ölmenin şerefinin, şereflisinin ne olduğunu bizden daha iyi kim bilebilir? Karşı karşıya kaldığımız bunca sıkıntı, başımıza örülmek istenen bunca çoraplar bize çok dersler öğretti.
Olaylar bize “haysiyetini, hayâsını, izzet ve şerefini kaybettiğimiz bir hayatın hayat değil binlerce kez ölüm olduğunu” öğretti.
“Hayâ hayattır” gerçeğini kavrattı. Hayat hayâdır, iffettir, namustur, dirilmektir, şeref ve izzettir. Hayâ, iffet, namus, şeref ve izzet ise gerçek hayatın ta kendisidir.
İşte bu yüzdendir ki, “Allah’a iman ve sadakatle geçirilmiş bir saat, bir gün, bir yıl, nankörce yaşanmış bin yıldan daha hayırlı ve bereketlidir.”
Hakikat bu olunca sonuç şöyle çıkmaktadır: “Allah katında kıymetli olan ne kadar yaşadığınız değil nasıl yaşadığınızdır.”
Allah katında kıymetli olan “bu dünyada ne kadar durduğunuz değil nerede ve nasıl, kimin yanında durduğunuzdur.”
Evet, bir “Seyit onbaşı” veya bir “Ömer Halisdemir” olmak herkese nasip olmaz ama onların davasının yanında yer almak “nasip işi değil bir tercih meselesidir.”
Komutanının emrine tereddütsüz riayet edip “şehadet şerbetini içmek” her babayiğidin harcı değildir ama bu kahramanlara minnet duymak, davasına sahip çıkmak bir tercih meselesidir.
Her insan hata yapabilir, Tağutların tuzağına düşerek bir yanlışın içine düşebilir ama “hatada ısrar etmek ve yanlış yolda karar kılmak nasip değil bir tercih meselesidir.”
“Gördün mü ey Habibim!” ifadesiyle gelen ayetler bize çok şeyler öğretiyor. “Görüyor musun şu tipleri? Nasıl da savruluyorlar?”
“Kendi nefsi arzu ve isteklerini ilahlaştıranları görüyor musun ey Peygamber? İstek ve tutkularını ilah edinenleri?”(Furkan: 25/43)
“Kendini ilahlaştırmak, nefsine tapmak bir nasip/kader değil özgür iradenin tercihidir.”
“İman edenler Allah yolunda mücadele eder/savaşırlar, inkâr edenler de şeytani güçlerin/Tağut yolunda mücadele ederler. O halde, Şeytan'ın dostlarına karşı mücadele edin!”(Nisa: 4/76)
“Tağut’un peşinden gitmek bir nasip/kader değil bilinçli bir tercihtir.”
Ebedi hayat işte bu bilinçli tercihe göre şekillenecektir.
“… Kavimlerini/bağlılarını da peşinden sürükleyerek helâk yurduna sokanları gördün mü? Cehenneme sokanları? Orası ne kötü bir karargâhtır!”(İbrahim: 14/28-29)
"Körü körüne taklit, aklını kiraya vermek, vatan hainlerine destek olmak bir nasip ya da kader değil bilinçli bir tercihin sonucudur."
Sonuç: “Kaderiniz tercihiniz/mecburiyetiniz değil, tercihleriniz kaderinizdir.”
Rabbim hepimize şerefli bir hayat ve şerefli bir ölüm nasip eylesin!
Vatanımızı ve belki varlığımızı da kendilerine borçlu olduğumuz tüm şehitlerimize rahmet eylesin!
Onların davasına sahip çıkanlardan eylesin!
Bir daha “on beş temmuzlar” yaşatmasın!
“Selam olsun hidayete tabi olanlara!”