“Andolsun biz Musa’ya tam dokuz tane apaçık mucize vermiştik. İstersen sor İsrailoğullarına; Musa onlara geldiğinde Firavun ona dedi ki:
Ey Musa!
Ben seni büyülenmiş/ boş hayal ve kuruntulara sürüklenmiş bir adam olarak görüyorum.
(Musa Firavun’a) Bu mucizeleri açık birer delil olarak sizlere gönderenin, göklerin ve yerin Rabbinden başkası olmadığını sen de pekâlâ biliyorsun!
Ey Firavun!
Ben de seni bu anlamsız inadı sürdürdüğün takdirde yıkılıp helak olacak bir adam olarak görüyorum.”
(İsra suresi: 17/ 101-102)
“Perhiz yapacaksın” dedi doktor. Adam itiraz etti. Kendisinin hasta olmadığını, kendisini çok iyi hissettiğini söyledi. Hayatından ve yaşam kalitesinden memnun olduğunu, yaşam enerjisinin tam ve yerinde olduğunu delillerle izah ve ispat etmeye çalıştı.
“Taşı sıksam suyunu çıkarırım ne hastası, ne perhizi hocam!” diyerek bir ileri safhaya taşıdı iddiasını ve inadını. Ad kavminin gücünde görüyordu kendini ve adeta: “Şu âlemde var mı bizden güçlüsü/sağlıklısı?”(Fussilet: 41/15) demeye getirdi.
Doktor alışıktı bu tepkilere, bu kabullenmeyişe… Konuşmada acele etmedi ağırdan aldı biraz. Sözcükleri şefkat ve merhamet tonuyla dizmeye başladı.
“Üzgünüm. Önümdeki bilimsel veriler, tıp ve matematik verileri senin gibi düşünmüyor. Yağı, tuzu, şekeri azaltmalı, hareketi, sebzeyi arttırmalısın. Kuvvetli bir perhize ihtiyacın var.
Kalbinde sorun var!”
Firavun tabiatlı nefsi emare hiç teslim olur mu? “Ey Musa! Doğrusu ben senin büyülenmiş/boş hayal ve kuruntulara sürüklenmiş olduğunu görüyorum.”(İsra: 17/101)
“Sağlık ve boş vaktin kıymetini bilmezmiş insan…” Elden gidince ah vah edermiş. Adam da öyle yaptı. Doktoru suçladı, eleştirdi, söylenenlere öfkelendi…
Söylene söylene ayrıldı hastaneden. Ayrıldı ayrılmasına da sanki doktor peşinden geliyormuş gibi hissetti. “Mutlaka perhiz yapmalısın!” cümlesi zonkluyordu beyninde. Hastane avlusunda şehre doğru yürümeye başladı.
“Allah kimseyi hastaneye düşürmesin!” diye dua etti. Aklı başına gelir gibi olunca da “eksikliğini de vermesin” diyerek cümleyi tamamladı. Atalarımız “düşmez kalkmaz bir Allah” dememiş miydi?
Saatine baktı, öğle ezanı yaklaşmıştı. Bu öfke ve moral bozukluğuyla dolmuşa binmek istemedi. Doktorun faturasını başkasına kesebilirdi. Rahatlaması gerekiyordu. Hz. Peygamberin (sav) sıkıntılı zamanlarda yazdığı reçeteyi hatırladı.
“(Erihna ya Bilal!) Rahatlat bizi ey Bilal! Kalk namaza çağır da bizi (ezanla) rahatlat!” derdi Efendimiz. Bu reçeteyi uygulamanın tam zamanıydı.
Çifte minareli camiye yürüdü. Abdest suları sanki doktorun reçetesindeki ilaç gibiydi. Değdiği organları rahatlatıyor, ruhunu serinletiyordu. “Öfke şeytandandır. Şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak suyla söndürülür.” mucizesine canlı tanıklık ediyordu. Rahatlamıştı…
Camiye girdi. Kâinat mescidinin şubesindeydi. Vaiz kürsüden hararetli bir konuşma yapıyordu. Cemaat pür dikkat vaizin sözlerine odaklanmıştı.
“Müslüman kardeşlerim!
Kitabın tam ortasından konuşuyorum. Lafı eveleyip gevelemeden yani anlayacağınız dilden konuşuyorum.
Bu zaman iman kurtarma zamanıdır. İman değerlerine dört elle sarılma zamanıdır. “Tam bir teyakkuz halinde” olmaz isek, doktorun yazdığı perhize dikkat etmeyen hastanın durumuna düşeriz Allah korusun!
Gönül doktorları kalp hastaları için bakın şu reçeteyi yazmışlar: “Az yemek, az uyumak ve az konuşmak.”
Ve bir de “Eline, beline, diline hâkim olacaksın.”
Manevi perhiz yapacaksın!
İman selameti buradadır. Bunu yapmazsak eğer helâk olanlardan oluruz. Musa aleyhisselamın tavsiyelerine kulak asmayan Firavuna ne demişti Allah elçisi? Hatırlayın.
“(Eğer nasihatlerime kulak asmazsan ey Firavun): Ben seni helak olacak/yıkılıp gidecek bir zavallı olarak görüyorum.”
Ey Müslüman topluluğu!
-Küfrü, nankörlüğü, tefahürü (övünme, böbürlenmeyi), tekebbürü, kibri, isyanı, inkârı, inadı, tembelliği, gaflet uykusunu azaltmalıyız…
-İmanı, ibadeti, ihlası, ihsanı, itaati, tevbe-istiğfarı,
-Tedbiri, tefekkürü, teşekkürü, tevekkülü arttırmalıyız…”
Bitkin bir vaziyette eve gelmiş, kendisini kanepeye atmıştı. Uzunca bir zaman sonra hanımı geldi ve “bu günün nasıl geçti Bey?” diye sordu.
“Doktor ile imam kafayı taktılar bana… Perhiz diyorlar başka bir şey demiyorlar…”