Ekleme
Tarihi: 21 Ağustos 2014 - Perşembe
“Ne zaman insanoğlunun başına bir sıkıntı gelse, gerek yatarken, gerek otururken ya da ayaktayken (başlar) Biz’e yalvarıp yakarmaya.
Biz onu başına gelen sıkıntıdan kurtardığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan sıkıntıdan kurtarmamız için Biz’e hiç yalvarmamış gibi (nankörleşir.)
Değere dönüşebilecek tüm imkânlarını boşa harcayanlara yaptıkları, (işte) böylesine süslü gösterilmiştir.” (Yunus: 10/12)
İslâm insanlığa bir hayat modeli sunmaktadır. Gerçek müminler için asla yanılmaz ve şaşmaz bir hayat modeli. Kıyamete kadar gerçekliğini koruyacak, değerini asla kaybetmeyecek bir yaşam tarzı.
İslâm hayat anlayışının merkezinde “Allah (cc)” bulunmaktadır. Allah’ı hesaba katmayan ne bir düşünce, ne bir söz, ne de bir eylem söz konusudur. Çünkü “Samed ve Kâfi” olan sadece Allah’tır.
“Her şeyin ve herkesin kendisine muhtaç olduğu kendisinin hiçbir şeye ve hiç kimseye ihtiyaç duymadığı, hem kendi zatına hem de herkese ve her şeye yeten, mükemmel ve müstağni zat” demektir Samed.
Kâfi, “Eşsiz ve benzersiz biçimde kuluna yeten, her şeye kâfi olan zat” anlamına gelmektedir. “Hiç Allah kuluna yetmez mi?” (Zumer: 39/36)
Yaratıcının dışındaki tüm mahlûklar muhtaçtırlar. Muhtaç olmayan sadece Allah’tır. Çünkü “O, doğmamış, doğurulmamıştır ve hiçbir şey O’na asla denk ve benzer olmamıştır.” (İhlas: 112/3, 4)O, beşere ait tüm noksanlıklardan münezzehtir.
Fakat Müslümanların büyük çoğunluğu ayet-i kerimede de ifadesini bulduğu şekilde hayatlarını, “Allah’ı hesaba katmadan” yaşamaktadır.
Kendisini Müslüman olarak tanımlayanların yine büyük çoğunluğu sadece “zor durumla karşılaştıklarında” Allah’a sığınmakta ve O’nun yardımına müracaat etmektedirler.
Çocukları sınava girerken, bir iş müracaatı yaparken, sevdiklerinden birinin hayatı tehlikedeyken, yakınlarından biri yoğun bakıma düştüğünde, işleri kesat gidince Allah akıllarına geliverir. Yani “Ne zaman insanoğlunun başına bir musibet gelse, gerek yatarken, gerek otururken ya da ayaktayken (başlar) Biz’e yalvarıp yakarmaya.”
Bu, anlaşılır bir durumdur. İnsanoğlu normal zamanda Yüce Yaratanın kadr-u kıymetini tam manasıyla idrak edemiyor. Ne zaman zor duruma düşerse O’ndan başka gerçek manada bir sığınağın olmadığını anlıyor.
Ve başlıyor “içten bir samimiyetle” yalvarıp yakarmaya. Bu bir erdemdir. Gerçeği idrak ettiğinin bir işareti olabilir. Hatalı bir yola girmişti ancak bir sarsıntıyla kendine gelmiştir.
Ya sonrası! “Biz onu başına gelen sıkıntıdan kurtardığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan sıkıntıdan kurtarmamız için Biz’e hiç yalvarmamış gibi (nankörleşir.)”
Zor durumdan kurtarması için bu kadar içten yalvarıp yakaran kulun sorunu çözüldüğünde tekrar “isyankâr” duruma düşmesine ne denir? “Nankörlüğün böylesine yazıklar olsun!”
“Ve Musa dedi ki, ‘siz ve yeryüzünde bulunan herkes topyekûn nankörlük etseniz bile, şunu unutmayın ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir (sizin kulluğunuza ihtiyacı yoktur), övgüye layık olandır.” (İbrahim: 14/8)
İnsan her şey yolunda giderken kendi kendine yettiğini zanneder ve taşkınlıklar yapar. Kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını düşünür. Helal-haram çizgisine dikkat etmez. Allah’ın koyduğu sınırları zorlamaktan geri durmaz.
“Yeterlilik iddiası insanı gurura, gurur kibre, kibir de şirke sürükler. Şirkin tabii sonucu ise cehennem ateşidir.” ( M. İslamoğlu)
Dar zamanda “samimi kullar gibi yakarıp yalvaran” ama normal zamanda “İslâmi duyarlılığı kaybedenler”in bu davranışını ayet-i kerime Şeytan’ın bir oyunu ve süslemesi olarak tanımlamaktadır.
“Ömürlerini ve yeteneklerini boşa tüketen o müsriflere, yapmakta oldukları şey, işte böyle süslü gösterilmiştir.” Yani, ihtiyacı olduğunda Allah’a yalvarıp yakarma, ihtiyacı karşılandığında “iyiliğe nankörlük etme”yi adet edinenler bunun güzel bir davranış olduğunu zannetmektedir. Ama bu bir nankörlüktür.
“Allah’a yalvarıp, Allah sıkıntısını giderdiğinde geçip giden kişi Allah katındaki değerini tamamen tüketmiştir. Bir bakıma kendi kendini heder etmiştir. Bu insanlar nimetin kadrini bilmez ve bu sebeple de şükretmezler.
İyilikleri unutur, daha önce çektiği ıstıraplardan dolayı düştüğü ruh halini hatırlamaz olurlar. Böylesine istikrarsız bir ruh hali içinde kendi insani kıymetini harcayıp dururlar.” (Prof. Bayraklı)
Böyle Müslümanlara sormalı:
“Yokmuş gibi davrandığınız, emir ve yasaklarını dikkate almadığınız Allah (cc) var ya; Mutlu gününüzde hatırlamayıp isyan bayrağını açtığınız, taşkınlıklarda bulunarak günahlarda yarıştığınız Allah var ya,
Başınız sıkıştığında kapısında yalvar yakar olacağınız işte o Allah’tır. Bunu unutmayın! Ve yarın utanmadan huzuruna çıkabilecek bir hayatı yaşamaya çalışın!
Ve bilin ki, O’ndan başka herkes ve her şey O’na her an muhtaçtır. Bu gün değilse yarın mutlaka O’nun kapısında yardım dileyecektir!
İbrahim (as) inançsız kavminin “putlara tapma” ısrarından sonra yaptığı şu duayla bitirelim:
“İşte artık (ilan ediyorum) ki, benim için… Başka değil, sadece âlemlerin Rabbi vardır. O’dur beni yaratan, bana doğru yolu gösterecek olan. O benim açlık ve susuzluğumu giderendir. Ve hasta düştüğümde şifa veren de yine O’dur.
Beni öldürüp, sonra tekrar diriltecek olan da O’dur. Hesap gününde beni, hatalarımı bağışlayacağını umduğum tek zât da O’dur. Rabbim! Bana doğru bir muhakeme yeteneği bahşet ve beni iyilerin arasına kat!
Ve beni dillerde doğruluk timsali olarak anılan biri yap! Ve beni ölümsüz nimetlerle dolu cennetin varislerinden kıl! Ve beni herkesin diriltilip kaldırılacağı o gün mahcup eyleme! (Şuara: 26/77-87)
Ne mutlu haddini bilerek Rabbe layık kul olabilenlere…