“Biz her ümmete Kurban kesmeyi bir ibadet olarak belirledik ki, Allah’ın kendilerine rızık olarak bahşetmiş olduğu hayvanları kurban ederken, onların üzerine O’nun adını ansınlar.
Bakın, sizin İlahınız eşi, benzeri ve ortağı olmayan tek bir İlahtır.
O halde yalnız O’na teslim olarak hükmüne rıza gösterin!
(Ey Peygamber!)
Allah’a yürekten boyun eğen o alçakgönüllüleri rızasıyla müjdele.”(Hac: 22/34)
Varlığımızı ve sahip olduğumuz her şeyi kendisine borçlu olduğumuz eşsiz kudret ve merhamet sahibi Rabbimiz bu ayet-i kerimede şu hakikatleri dikkatimize sunmaktadır.
Kurban tüm ümmetlere ibadet kılınmıştır.
Kurban kesmeyi emreden Allah’tır.
Sahip olduğumuz her şey gibi kurbanlık hayvanlar ya da onları satın alacağımız maddi imkân Allah’ın bize takdir ettiği rızıktır.
Kurban keserken Allah’ın adını anmalı, bu ibadeti Allah adına yapmalıyız.
(Bismillahi Allahü Ekber)
“En büyük, tek büyük, hep büyük Allah adıyla…”
Çünkü,
Eşi, benzeri ve ortağı olmayan tek İlah O’dur.
İnsanlık iradesini Allah’ın muradına teslim etmelidir.
Bu teslimiyet gönülden gelen bir samimiyetle olursa “müjde/ödül” vardır.
Kurban kesmenin “bir imtihan olduğunu” İbrahim’den (as) öğrendik. Bir asra yakın “evlat hasreti” sonra “kavuşma” ve nihayetinde “Allah için fedakârlık”…
O Kudretli Peygamberden öğrendik, “Her nimetin ilahi bir ikram her ikramın da yeni bir imtihan olduğunu…”
“Evlat imtihanı… Sevgi imtihanı…”
İmtihan içinde imtihan…
Mesaj bir melek aracılığıyla gelmiyor. Üç gece görülen bir rüyayla geliyordu. Rüya elbette Peygamberler için vahiy kaynağıdır ama sonuçta bir rüyadır.
“Sahip olduğun en kıymetli şeyi Rabbin için kurban et!”
Kabil’in durumuna düşme!
“Allah sadece takva sahiplerinin kurbanını kabul eder.”(Maide: 5/27)
Bir rüya üzerine, yıllarca hasretini çektiği biricik evladı kurban etmek nasıl bir imtihandır?
İbrahim aleyhisselam deseydi ki,
“Nasıl bir imtihan bu ya Rabbi?
Yıllarca hasretini çektiğim, tam umudumu kesmişken bana verdiğin, biricik oğlumu kurban etmemi istemen ve benim de buna “evet” demem nasıl mümkün olabilir? Hem, boğazına bıçak dayayıp kesmek merhametin neresinde?”
Bu noktada şu gerçeği görmeli, derinden derine tefekkür etmeliyiz.
Kurban Bayramının yaklaştığı bu günlerde hepimiz “birer İbrahim’iz.” Hepimiz imtihandayız. Bahaneler, mazeretler, itiraz cümleleri, cümlenin sonunda getirdiğimiz “ama, fakat, lakin…” bağlaçları…
Düşünelim,
İbrahim Peygamber oğlunu Allah için kurban etme konusunda tereddüt etse, itiraz etse ve bu İlahi emre “Hayır!” dese neler kaybederdi?
“Evet!” deyince neler kazandı?
“Rabbim emrettiyse bana düşen samimiyetle Rabbimin emrine boyun eğmektir. Rabbimin hikmet ve tasarrufundan sual olunmaz.
Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Ârif ânı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
Deyip teslimiyet gösterdiğinde neler kazandı?
“Bu kesinlikle apaçık bir imtihandı. Ona fidye olarak/oğluna bedel muhteşem bir kurban verdik. Gelecek nesiller arasında kıyamete dek ona iyi bir nam bıraktık…
Selam olsun İbrahim’e”(Saffat: 37/107-109)
Ebedi âlemde İbrahim ve İsmail’e komşu, Muhammed aleyhisselama yakın olmak için “hayatın her alanında İbrahimi bir samimiyet, İsmaili bir teslimiyet ve Muhammedi bir sadakat” göstermeliyiz.
Salı günü idrak edeceğimiz Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, Arefe günü sabah namazıyla başlayacak “Teşrik tekbirlerini” hatırlatıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum…