“Yeryüzü dehşetli bir depremle sarsıldıkça sarsıldığında,
Ve içindeki tüm ağırlıkları dışarı attığında,
İnsan: “Buna ne oluyor? (Dünya neden çatırdayıp çözülüyor!)”
diyerek (korku ve şaşkınlıkla etrafına bakındığında),
İşte o gün yeryüzü (dile gelecek ve) şahit olduklarını bir bir anlatacaktır.”
(Zilzal Suresi)
6 Şubat Pazartesi saat: 04.17’de meydana gelen “küçük kıyametle” hayatın akışı bir anda değişiverdi. Dünya bir dakikalığına durdu sanki. Hayaller, hedefler, gelecek planları, meşguliyetler bambaşka bir hal aldı. Yer yarıldı, dağlar taşlar yerinden oynadı. Gökdelenler adeta secdeye kapandı… Sonra bir büyük sarsıntı daha…
Huzur günleri bir anda “hüzün günlerine” dönüştü.
Eşler, anne babalar, evlatlar, kardeşler yağız atlara/buraklara binip gittiler… Son sözlerini söyleyemeden, belki bir “elveda” diyemeden hesabı mahşere bırakarak çekip gittiler. Yükün büyüğünü ve topal atları bize bırakarak gittiler… “Aşılması zor bir sarp yokuş”(Beled: 90/11) imtihanına soktular bizi. Çözümü zor bir denklemin içine attılar da gittiler…
Selam olsun gidenlere… Rahmetler olsun… Allah’ın vadettiği güzel akıbet “selam yurdu” onların olsun. “Şüphesiz kutlu sonuç/güzel akıbet/mutlu son muttakilerindir.”(Hud: 11/49) Ne mutlu mümin olarak dar-ı bekaya göçebilenlere!
“Kur’an okunduğunda can kulağıyla dinleyin ve susun!”(Araf: 7/204) emrini bugüne kadar biraz göz ardı ettik. Ağırdan aldık, duymazlığa verdik, üzerimize almadık, gevşek davrandık. Kur’an’ı susturduk biz konuştuk. Çok konuştuk, çok gürültü çıkardık, çok gevezelik yaptık. “İblisin hakkımızdaki zannını doğru çıkaracak”(Sebe: 34/20) işlere imza attık.
Kitabın ayetlerini umursamayan, gök gürültüsüne kulağını tıkayan, şimşeğe gözünü kapayan ve bir türlü gaflet uykusundan uyanmayan biz fanileri “gözleri yuvalarından fırlatan”(Enbiya: 21/97) dehşetli bir sarsıntıyla uyandırıverdi Mevla. Bugün “her şeyi konuşturan Allah”(Fussilet: 41/21) yeryüzünü konuşturuyor. Kâinat ayetlerini okuyor, dinliyor, görüyor ve ibretle seyrediyoruz…
“Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” ayetinde saklı olan bir zorluk, musibet, imtihan içindeki iki kolaylığa ve iki rahmete erişebilmek için var gücümüzle çaba sarf etmeliyiz. “Biz nerede hata yapıyoruz?” sorusunu kendimize defalarca sormalıyız.
Neticede musibetler herkesi kuşatır. Herkesin ayağını yerden keser, “diz çöktürür.” Ancak sonuçta herkes kendi iman ve ameline göre değerlendirilir. “Ne yani, kayıtsız şartsız Allah’a teslimiyet gösterenleri günahkârlarla bir mi tutacağız?”(Kalem: 68/35)
Ve “imtihanlar kişiye özeldir.” Herkes kendi sınavını verir. Sadakatini test eder. Pirincin taşları ayıklanır. “Herkes kendi şakilesine/karakterine göre iş yapar.”(İsra: 17/84) Herkes kendi inancını, hayat anlayışını ortaya koyacak duygu, düşünce ve davranışı sergiler.
“Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”(Müslim, Birr, 66) Müminler böyledir buyuruyor rahmet Elçisi. Eğer bu acıyı yüreğinizde hissetmiyorsanız “imanınızı bakıma alın, gözden geçirin” demek istiyor.
Her sınav bir elek vazifesi görür. Kaliteye göre derecelendirme yapar. Yol kesenle yol açan ayıklanır. Elindeki son kuruşu Allah rızası için feda edenle çöpe atacağı şeyi mümin kardeşine reva gören ayrılır birbirinden. “İnsanlar Allah katında derece derecedirler…”(Ali imran: 3/163)
Sonuç:
-Başımıza gelen bu “yüzyılın felaketinde” hatalı, kusurlu, suçlu olanlar burada adaletten kaçsalar da “Mahkeme-i Kübra’da mutlaka yargılanacaktır.”
-Bir suçu olmayan ve hayatını kaybeden müminler inşallah “Şehit” olarak ağırlanacaktır.
-Kardeşlerinin omzundaki ağır yükü hafifletmek için çaba sarf edenler, maddi manevi desteklerini seferber edenlerin “iyilikleri asla göz ardı edilmeyecek, karşılıksız kalmayacaktır.”
Hatırlatma:
(17 Şubat Cuma’yı Cumartesi’ye) bağlayan gece “İsra ve Miraç gecesidir.” Rabbim bu gece ve ayları rızasını kazanmaya vesile eylesin…
“Hüzün yılında” Efendimiz (sav) aşağıdaki duayı yapmış ve Miraç ile ödüllendirilmişti. Biz de bu “hüzün günlerinde” aynı duayı yapıyoruz:
“Kuvvetimin azaldığını, gücümün tükendiğini sana arz ediyorum!
Ey merhameti sonsuz olan!
Ey ezilmişlerin Rabbi!
Ey benim Rabbim!
Kimlerin eline bıraktın beni!..
Eğer sen bana gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum.
Senin nuruna sığınırım; karanlıkları aydınlatan nuruna,
Dünya ve ahiretimi aydınlatacak nuruna...
Gelecek gazabından, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum.
Sana sığındım, yeter ki razı ol!
Güç ve kuvvet sendendir, yalnız senden!”
(İbn Hişam, Sira II, 29-30).