“Ey Peygamber! (De ki onlara):
Eğer iddia ettiğiniz gibi gerçekten iman etmişseniz, (şu sözde ) imanınız size ne kötü şeyler emrediyor! (Bu ne tuhaf bir imandır ki, sahibini günaha, isyankârlığa ve Allah’ın ayetlerini inkâra sevk ediyor!”(Bakara: 2/93)
Ayet-i kerimede ikaz edilenler Yahudilerdir. Bizim kitabımızda bu ayet yer aldığına göre kuvvetli bir gönderme de kitabın muhatapları olan “biz Müslümanlaradır.”
Gitme ey yolcu! Beraber oturup ağlaşalım,
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım.
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim bilmem ki,
Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki. (M. Akif)
Başımıza bir musibet geldiğinde “Allah beterinden korusun” diye dua ederiz, etmeliyiz de. Çünkü o anda musibetin neresinde olduğumuzu bilemiyoruz. Başında ya da ortasında olma ihtimali vardır. Cenaze için taziyeye giden insanları düşünün. Birkaç saat sonra elim bir trafik kazasında yaralanacaklarından, belki içlerinden bazılarının öleceğinden haberleri yoktur. Yola çıkmadan bu kimselere “Başınız sağ olsun, Allah beterinden korusun!” dediğinizde “bundan beteri mi olur?” diye cevap vermeleri muhtemeldir.
Evet, “beterin beteri var.”
Bu galiba “başımıza gelenin en kötüsü, bundan daha kötü ne olabilir ki?” diye kurduğumuz her cümle kısa bir zaman sonra boşa çıkıyor. Öyle bir zamanda yaşıyoruz. Başımıza bela çıkarmada bir yarışın içindeyiz. “İnsan karnı doyunca arıza çıkaran tek canlıdır” der Sinan Canan…
Sekiz yaşındaki Narin kızımızın başına getirilen zalimliklere hayretler ifade ederken, iki yaşında bir sabiye reva görülen canavarlığa şahit olduk.
Eyüp Sultan’da gencecik bir kızın başını kestikten sonra Fatih’e gelip bir başka kıza aynı muameleyi reva gören bir gencin “soğukkanlılığına, caniliğine” lanetler okuduk.
Ve Gazze’de, Filistin’de, Beyrut’ta, Doğu Türkistan’da masum insanlara, bebeklere, On dört bin çocuğa dünyanın gözü önünde soykırım uygulayan, “kan içtikçe azgınlaşan Siyonist katilleri”seyrediyoruz.
Daha yakına geldiğimizde ilçemiz Pazar’da yaşadıklarımız kolay unutulacak cinsten şeyler değil. Bu hadiseler sadece “onlara has” hadiseler değildir. Hepimizin başına her an gelebilecek bir buhranlı durumu gösteriyor.
Beterin beteri var, bundan da beteri var…
Maddi musibetlerde beterin beteri olduğu gibi bir de “manevi musibetlerde beterin beteri vardır ki, insana nefes dahi aldırmaz olur.” “… Onun da kalbini daraltır; âdeta göklere tırmanıyormuş gibi, sıkıştırdıkça sıkıştırır…”(En’am: 6/125)
Dün evimin kapısını iyice kapattığımda başımı yastığıma rahatça koyabiliyordum bir Müslüman olarak. Kendimi güvende hissediyordum. Zira biliyor ve inanıyordum ki;
-Bu kutlu yuvanın “kurucu üyeleri anne babam” ailemin manevi bekçileridir. Bir sıkıntı olursa canlarını siper ederler.
-Yıllarca aynı yastığı paylaştığım kalbimin yarısı eşim, dizinin dermanını, gözünün ferini uğruna heba ettiği bu yuvanın dağılmasına asla müsaade etmez.
-Evlatlarım, gözbebeklerim, canlarım bu yuvanın saygınlığına halel getirecek bir davranışa yönelmezler.
Bu yuva, bu aile “hane-i saadettir.”
Bugün maalesef bu aile yuvası “yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşin” kuşatması altındadır.
Beterin beteri varmış demek…
Dün sokakta, caddede, Müslüman mahallesinde “can, mal, namus emniyeti” yoktu bugün aile ocağımda da kalmadı.
Neden geldi başımıza bu illet? Kim yıktı çatımızı başımıza? Zulme, şiddete, ölüme nasıl bu kadar yakın olduk?
Kilitler neden işlevsiz kaldı?
“Onlar Allah ile kesin bir sözleşme imzaladıktan sonra sözlerinden caydılar.
Allah’ın sıkı tutulmasını emrettiği bağları kopardılar.
Yeryüzünde fitne fesat çıkardılar.
Bu gidişin sonu elbette hüsran olacaktır.”(Bakara: 2/27)
Gitme ey yolcu! Beraber oturup ağlaşalım,
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım.
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim bilmem ki,
Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki.
“(Dikkat edin ey Müslümanlar!)
Kâfirler birbirinin dostu/desteği/sığınağı/yardımcısı/müttefikidirler.
Eğer siz de birbirinizin dostu/dayanağı/yardımcısı/destekleyicisi olmazsanız yeryüzünde büyük bir kargaşa, anarşi, yozlaşma ortaya çıkacak (kan ve gözyaşı asla dinmeyecektir)”(Enfal: 8/73)