“Eğer o memleket halkı iman etseler ve Bize karşı gelmekten sakınsalardı elbette onların üstüne yerden ve gökten nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar, Biz de kendilerini işledikleri günahlardan dolayı kıskıvrak yakaladık.”(Araf: 7/96)
“Eğer beli bükülmüş yaşlılar, takva sahibi gençler, süt emen çocuklar, yayılan hayvanlar olmasaydı belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.”(Taberani, el-Evsat: 7/134)
Rahmet, bolluk, bereket mevsimi “üç aylar” bir kez daha geldi dünyamıza elhamdülillah. Dün itibarıyla Recep ayına girmiş, 26 Ocak Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece “Regaip gecesini” idrak etmiş olacağız.
Kış ayında yaz günlerini yaşıyoruz. Hayatın kaynağı olan su konusunda endişelerimiz var. Ocak ayının sonuna geldik hâlâ memlekette kar yok. Alışılagelmişin dışında bir durumla karşı karşıyayız. “Endişeli bir bekleyiş” var. Yağmur dualarına çıkıyor, el açıyor, “rahmetin, bereketin kaynağından” aman dileniyoruz.
Bizden O’nun katına çıkanın ne olduğuna bakmadan…
Rahmet ve bereketin bağlı olduğu “iman, ibadet, güzel ahlak, takva, hayâ, iffet” sebeplerine sarılmadan başımız ve de kalbimiz hep yukarı bakıyor… Yüceler yücesinden gelecek müjdeyi bekliyoruz. Biliyoruz ki, “Rüzgârları bolluk ve bereket kaynağı olan yağmurların müjdeleyicisi olarak gönderen O’dur…”(Furkan: 25/48)
Alışmıştık çünkü her ne yaparsak yapalım rahmetin gelişine. Yağmuru, karı bol bir coğrafyada yaşamanın rahatlığı vardı. Memleketin coğrafi konumu bizi susuz, karsız, yağmursuz bırakmayacaktı. “Nehirden abdest alsan bile suyu israf etme!” Peygamber ikazına kulak asmıyorduk bu yüzden…
İnsanoğlu rahatına düşkündür. Alıştığı bir düzen var ve bu düzenle özdeşleşmiştir. Günün şu saatinde kalkar, şu saatte kahvaltısını yapar, gün içinde yapacağı işler hep bellidir. Bu düzen biraz bozuluverince huzursuz olur. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi sızlanmaya başlar. Şikâyet dilini harekete geçirir.
Çoğu zaman fütursuzca sarf ettiği sözlerin ucu “varlığını borçlu olduğu, varlığını sürdürmek için her an kendisine muhtaç olduğu” makama uzanır. “Elinde bir musibete uğramayacağına dair bir belge varmış”(Kamer: 54/43) gibi konuşur. Öfkelenir, debelenir, homurdanır, münakaşa eder…
Eder de Müberra kitabında kayıtlı şu ayete dikkat kesilmez. “Allah kullarına asla zulmetmez fakat insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar.”(Yunus: 10/44) Şu fani imtihan dünyasında her seferinde daha öfkelenerek/hazzını duyarak işlediğimiz günahlar dönüp dolaşıp bumerang gibi yüzümüze daha şiddetli darbeler indiriyor.
Başımıza gelenleri bir “İlahi ceza” olarak görmemek lazım. İlahi ceza çok farklı bir şeydir. Bu sıkıntılar tadımlık sıkıntılardır gaflet uykusundan uyandırmaya yönelik. “Yol yakınken dönsünler diye yaptıklarının bir kısmının kötü sonuçlarını tattırıyor.”(Rum: 30/41)
Gerçek bir ilahi ceza insanı anasından doğduğuna pişman eder. Belini kırar, bir daha doğrulamaz hale getirir. Rahmet ve merhametten eser bırakmaz. Belki tevbe kapılarını ardına kadar kapatır. Diz çöktürür Semud kavminde olduğu gibi. Secdeye kapandırır Firavuna yaptığı gibi. Biçilmiş ekine döndürür Ebrehe’de olduğu gibi… Yerin dibine geçirir…
Hak sillesinin sedası yoktur,
Bir vurdu mu devası yoktur.
Bu mübarek üç aylarda, şikâyet dilini terk edip “tefekkür, tevbe istiğfar ve teşekkür (şükür)” dilini kuşanmalıyız. Sahip olduğumuz nimetlerin farkına varıp “Allah rızasını kazanma yolunda” seferber etmeliyiz.
Kur’an’la barışmalı; öğrenmeli, anlayarak okumalı ve hayata tatbik etmeliyiz. Muhammedi (sav) ahlakla ahlaklanmalıyız. İbadetlerimizin sayısını ve kalitesini arttırmalı, günahlarla aramıza mesafe koymalıyız.
Bir şeyler yapmalıyız, mutlaka yapmalıyız.
Çünkü iman edenler olarak “büyük hedeflerimiz, dua ve niyazlarımız var.” Allah rızasını kazanma, Hz. Peygamber (sav) ile komşu olma, Cennet ve Cemalüllahı görme büyük hedeflerdir. Bir Müslümana da bu yakışır. Müslüman hedefleri büyük olan Allah Eri’dir. Ancak “büyük iddialar/hayaller büyük çabalarla gerçekleşir.”
Üç aylar gibi rahmet mevsiminde rahmetten mahrum kalmak bir insanın kendisine yapabileceği en büyük mahrumiyettir. Rabbim korusun hepimizi…
Zamanı imana şahit kılabilenlere ne mutlu…