“(Allah'ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu) insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı. Neticede (Allah), yaptıklarının (kötü sonuçlarından) bir kısmını kendilerine tattıracaktır; umulur ki (yol yakınken) dönerler.”(Rum: 30/41)
Telafisi olmayan hatalar, bir anda solan hayatlar, sönen nice ocaklar bu makaleyi kaleme almayı zorunlu kıldı.
“Çılgın Türkler!” deyimini haklı çıkaran, ama her konuda bu sözü doğrular nitelikte bir “çılgınlığı” yaşıyoruz.
Medeniyet kurmada, medeniyetlere meydan okumada; çağ açıp çağ kapamada çılgın olduğumuz gibi “kendi hayatımızı ve başkalarının hayatını hiçe saymada” da bir çılgınlığın içindeyiz.
İlk cümledeki çılgınlığımız bizi “kahraman bir millet” yaparken, ikinci cümledeki çılgınlığımız bizi “derin pişmanlıklara” sürüklüyor.
Yolları kan gölüne, evleri sönen ocaklara, düğünleri cenaze evine, bayramları yas günlerine; sel gibi akıp giden gözyaşlarına çeviriyor.
-“Trafik kurallarını hiçe sayma, hız ve haz tutkusu”, özetle “insan hatası” sonucu şu dokuz günlük bayram tatilinde şu ana kadar 147 ölüm, 800’ün üzerinde yaralanma meydana geldi.
-Tüm uyarı ve ikazlara rağmen, “bana bir şey olmaz abi! Ben çok iyi yüzme biliyorum!” deyip kendini göl, nehir, sulama kanalı ve denize salanlar, 78 günde 63’ü çocuk 174 kişi boğularak can verdi.
-“Düğünü şenlendirmek, kendini eğlendirmek adına” belindeki tabancasına mukayyet olamayanların, (yani magandaların) sebep olduğu nice ölüm vakaları her gün haberlere konu oluyor.
Daha çocuk yaşlarında “maganda kurşunuyla” ölenlerin sayısı azımsanamayacak derecede… “Babaanne ve kucağındaki 1 yaşında bebek… Magandanın biri eğlenecek, zevk yapacak diye ateşlediği silahtan çıkan kurşunlar her ikisini de hayattan kopardı…”
-“Gerekli emniyet tedbirlerini almadan” yüksek binalarda çalışanların düşmesi, iş kazalarında ülkemizde ortalama günde 3, dünyada günde 5.000 kişi hayatını kaybediyor.
-Bölgemize ait “teleferik kazalarında”, yani ecel teknesinde solan onlarca insan hayatı…
-18-26 Temmuz tarihleri arasında 33 ilde çıkan çoğu “insan kaynaklı” 100’den fazla orman yangını…
-“Dini değerleri” istismar edilerek dolandırılan, sahip oldukları kıymetli eşyalarını istismarcılara kaptıran niceleri…
-“Kurban Bayramında” cesaretli “acemi kasapların” binlercesinin kendini yaralaması…
-“Piknik alanlarında bırakılan” çöplerin oluşturduğu çöp yığınları…
-“Taciz ve tecavüz” olaylarında kaybettiğimiz onlarca kadın ve çocuklarımız… Ve daha nice benzer olaylar…
Müslüman bir toplum olarak bir “gaflet, dalalet ve hatta ihanet” girdabına sürüklenmiş durumdayız.
Gaflet içindeyiz çünkü yaptığımız işlerin “insanlığa ve Müslümanlığa sığmadığını hesaba katmıyoruz.” Yaptığımız hatanın en başta kendi hayatımıza sonra da çevremizdekilerin hayatına mal olabileceğini idrak etmiyoruz.
Dalalet içindeyiz çünkü “kurallara uymuyor, uyarıları dikkate almıyor, cezadan korkmuyor, kul hakkından sakınmıyoruz.”
Allah’ın bize emanet olarak verdiği “sahip olduğumuz tüm değerlere ihanet ediyoruz.” Kendimize, fiziki çevremize, insanlığa ve insanlık değerlerine ihanet ediyoruz.
Yaptığımız hatalar sonucu başımıza gelen musibetlere bir de “kader!” diyerek Rabbimize iftira atıyoruz. Kendi kusurumuzun faturasını “Allah’a kesmek” gibi büyük cürete yelteniyoruz.
“… Neticede (Allah), yaptıklarının (kötü sonuçlarından) bir kısmını kendilerine tattıracaktır; umulur ki (yol yakınken) dönerler!”
Öyleyse, sorumlu davranmaya çaba gösterelim.
“Tedbir bizden takdir Allah’tandır.”
Elimizde olmayan sebeplerle başımıza gelenler elbette kaderimizdir. Bu manadaki kaderimiz, Rabbimizin bizimle ilgili takdirleri başımız üstündedir.
Ama yüzyıllar öncesinden ve ötelerin ötesinden yükselen ilahi ikaza kulak vermeli değil miyiz?
“(Ey insanlar!) Sakın kendinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın!”(Bakara: 2/195)