Ekleme
Tarihi: 26 Nisan 2018 - Perşembe
“Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlara/Allah’a karşı gelmekten sakınan kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda: “İyilik indirdi” derler. Bu dünyada, iyi davrananlar iyilik görürler. Ahiret ise onlar için daha hayırlıdır. Allah'ın emirlerine uyanların yurdu gerçekten de ne güzeldir.”
“Bunlar, meleklerin iyi insanlar olarak canlarını aldıkları kimselerdir. (Melekler onlara:) “Selam üzerinize olsun, yapmış olduğunuz iyiliklerin karşılığı olarak cennete giriniz” derler.”(Nahl suresi: 16/30-32)
Kim arzu etmez ki böyle bir akıbete ulaşmayı? “Kurtuluş beratını, ebedi saadet nişanını” meleklerden almaktan daha güzel ne olabilir şu âlemde?
Dini hayatımızla ilgili tüm kazanımlarımızı belli bir geceye, güne veya haftaya tahsis etmek bizi böyle bir sonuca, ebedi saadete ulaştırabilir mi?
Düşünün ölümden sonra “ebedi bir hayat” var. Ölüm sonrası hayat ile ilgili Kerim Kitabımızda onlarca belki yüzlerce ayet yer almaktadır.
İman edenler için Bakara suresinin ilk ayetlerinde yer alan “Onlar ahiret konusunda tam bir kararlılık içindedirler”(Bakara: 2/4) ifadesi, ahiret hayatı konusunda şüphe ve tereddüdü tamamen ortadan kaldırmaktadır.
Geleceği konusunda zerre kadar şüphe bulunmayan bir hayat için haftanın sadece Cuma gününü, gecelerin kandil gecesi olanlarını ibadet bilinci içinde ve de “tüm Müslümanlar” olarak ayakta geçirsek yeterli gelir mi?
Kâinatın yegâne Maliki, sahibi Allah insanın tabii ihtiyaçlarını tayin ve takdir ettiği gibi manevi ihtiyaçlarını da belirlemiştir.
Bedeni ihtiyacını iki, üç öğün yemekle karşılama ihtiyacı hisseden insan, günde “beş vakit namazla” ancak ruhunu doyurabilir. O da kıldığı namaz gerçek namaz ise…
Mal, mülk, evlat ve servet sahibi olmak tabii bir ihtiyaç olduğu gibi hayatının her anında Allah’ı hatırlamak, O’nun adını zikretmek, Allah’lı bir yaşam sürmek te ruhun olmazsa olmaz ihtiyacıdır. “Dikkat edin kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”(Rad: 13/28)
Esasen bir Müslüman için “ibadet zamanı, ibadet saati, ibadet vakti” diye bir ayrım asla söz konusu olamaz. Çünkü bir Müslümanın hayatının tamamı kulluk, ibadet bilinci içinde geçmelidir.
Böyle bir ayrım sadece zamanla sınırlanmış, “vakitli ibadetler için” söz konusudur. Bunun dışında zamanla kayıtlı olmayan birçok ibadet vardır.
Müslüman bir birey, ergenlik anından ölüm anına kadar “Ölüm anı gelinceye kadar Rabbine ibadete devam et!”(Hicr: 15/99)bilinci içinde geçmelidir.
“Şimdi ibadet zamanı” dediğimizde, ibadet sonrası zamana ne diyeceğiz. “Günah işlemenin serbest olduğu vakit” mı oluyor sonrası?
“Bugün Cuma günü, ibadet günü” öyleyse haftanın bir gününü ibadete, Cuma namazına ayıralım geri kalan altı gün ne olacak? İbadetsiz gün veya günah işlemenin serbest olduğu gün mü oluyor?
Bu gece “kandil gecesi”… Öyleyse hep birlikte camilere koşalım, programlar icra edelim, mevlitler dinleyelim, dualara eşlik edelim. “Âmin!” seslerimiz arşa dayansın. Ya sonrası ne olacak? Yarın ne yapacağız?
Bu gece “Kur’an ziyafeti” dinlediğimiz, seyrettiğimiz televizyonlarımızdan yarın gece “hiçbir mahremiyet” kuralı tanımayan diziler seyretmek ne anlama geliyor?
İslâm böyle bir şey mi? Yani, “dünya işi ayrı, ahiret işi ayrı” mı oluyor İslâm’da? İbadet ayrı, normal yaşam ayrı mı oluyor? Kandil geceleri başka, diğer geceler başka mı oluyor?
Böyle bir ayrım insan ruhunu tatmin edebilir mi? Vicdan rahatlamasından başka bir işe yarar mı? Dün kabul ettiğini bugün inkâr etmek insanı mutlu eder mi?
Öyleyse esas olan “hayatın tamamını” kulluk bilinciyle değerlendirmektir. Kandil gecelerini de “hayatın tamamını” ibadete çevirme yönündeki şarj geceleri olarak görmeliyiz.
“Kandil gecelerini kulluğu o kadarla sınırladığımız geceler değil, kulluk yürüyüşümüzdeki noksanlıkları tespit etme, eksiklikleri giderme imkân ve fırsatı olarak görmeliyiz.”
Kandil gecelerini “kendini kandırma” gecesi olmaktan çıkarıp, “gerçeği kavrama, gerçekle yüzleşme” gecesine dönüştürmeliyiz. O gerçek ise “ömrün tamamını ibadete çevirme bilincidir.” “Takva” dediğimiz şey de esasen budur.
“Sorumluluk bilinciyle kuşanma…” Allah’a karşı vazifelerde gevşeklik göstermemek, insanlara karşı görevlerimizi Rabbimizin istediği çizgide tutmak, hayvan haklarına saygıda kusur etmemek, içinde yaşadığımız dünyamızın haklarına saygı duymak…
O halde, meseleyi “İslâm’da var/yok!” meselesinden öte, kurtuluş için arınma, yeni bir başlangıca vesile kılma meselesi olarak görmeliyiz.
Allah’ın mabedinde birlikte yapacağımız dualarımızın hayatımızın tamamını ibadete çevirmeye vesile olabileceği ümidiyle camilere koşmalıyız.
30 Nisan Pazartesi akşamı idrak edeceğimiz “Berat Kandil’inin” böylesi bir uyanışa, güzel sonuç belgesini meleklerin takdim edeceği bir hayata ulaşmaya vesile olmasını Cenabı Haktan niyaz ediyorum.