“De ki, Amel bakımından en büyük kayba uğrayanları size haber vereyim mi? Bunlar, dünya hayatında tüm yapıp ettikleri istikametten sapmış (boşa gitmiş) olan kimselerdir. Oysa onlar kendilerinin güzel ve erdemli işler yaptıklarını sanıyorlardı.” (Kehf: 18/103,104)
Kur’an’da yer alan ayetler özel olarak bir gruba hitap etse de, bu ayetler tüm insanlığa ve özellikle Müslüman topluma bir duruş kazandırmayı hedeflemektedir. Böyle kabul etmezsek birçok Kur’an ayetini tarihin derinliklerine terk eder bırakırdık.
Kur’an gruplar ve kişilerden çok zihniyetleri muhatap almakta ve eleştirilerini “yanlış tasavvurlara” yöneltmektedir. Bu ayette eleştirilen zihniyet “Allah katında hiçbir değeri olmayan davranışı çok güzel eylem, salih amel olarak görmektir.”
Müslüman toplumda salgın bir hastalık halini alan “hayatı yanlış inşa etme” durumuna rağmen neden bu insanlar kendilerini “dünya ve ahiret saadetinin tek varisleri” olarak görmektedirler?
İman binalarını, ayetin ifadesiyle “Bir uçurumun kenarına kuran” (Hac: 22/11) Müslümanlar, böylesi tehlikeli sularda yüzerken, ahlaki bakımdan tam bir bataklığa saplanmışken acaba neden kendilerini “ebedi cennetlik” olarak görmektedir?
“Ne yazık ki, kalpleri katılaştı ve Şeytan yaptıkları şeyleri kendilerine güzel gösterdi” (En’am: 6/43)
Bu yüzden; Ramazan boyunca Kur’an’ın semtine uğramadılar. Kur’an ayında Kur’an’a hep mesafeli durdular.
Kur’an ayını “Kur’an’sız” geçirmeyi meziyet gördüler.
Kur’an okumak “Allah (cc) ile konuşmak demekti” (Kenzu’l Ummal: 1/510) Allah ile konuşunca, ya Allah kendilerine “Sakın ha şunları yapmayın!” derse diye korktular.
Kur’an okumak “Allah’ın ziyafet sofrasına oturmak demekti” (Darimi, Fezailü’l Kur’an, 1) Allah’ın ziyafet sofrasına oturunca, ya Allah kendilerine “Sakın haram lokma yemeyin!” derse diye korktular.
Ramazan gecelerinde “Allah’ın evlerinden, mescitlerinden” (Tevbe: 9/18) hep uzak durdular da, o mescitleri “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazını dosdoğru kılan, zekâtını veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimselerin imar edeceğini” unutuverdiler.
Nasıl olsa Teravih, “Sünnet” değil miydi? Öyleyse “Sünneti terk etmenin ne zararı olacaktı ki?” Deniz kenarı varken, sokaklarda eğlence şamata varken “Bu sıcakta camiye tıkılmaya ne gerek var?” diye düşündüler.
“Kim benim sünnetimden (yolumdan) yüz çevirirse, o benden değildir” (Buhari, Nikâh, 1) uyarısını duymazlığa verdiler.
Hem “Oruç tutma saatinin bu kadar uzun olduğu bir dönemde akşama kadar oruç tutmamış mıydılar?” Allah’a bu kadar kulluk yetmedi mi? “Orucumuzu tuttuk işte daha ne yapacaktık?” diye düşündüler.
“Allah da bizden çok şey istiyor!” a getirdiler. “Bizden bu kadar, ister kabul etsin, ister etmesin!” daha fazlasını yapamayız demek istediler.
“Onlar Müslüman oldular diye seni minnet altına almaya kalkıyorlar. De ki: Müslüman olmanızdan dolayı beni minnet altına alıp bana lütfettiğinizi (iyilikte bulunduğunuzu) sanmayın!
Eğer (hakikate) sadıksanız, sizi doğru yola yönelttiği için asıl siz Allah’a minnet borçlusunuz!” (Hucurat: 49/17)
“Siz iman ettiniz diye Allah’ın hiçbir şeyi artmaz. Dolayısıyla imanınızı Allah’a bir lütuf gibi sunmaya kalkmayın! Asıl sizi imanla şereflendirdiği için Allah’a sonsuz minnet (teşekkür) borçlu olan sizlersiniz!” (Mustafa İslâmoğlu, gerekçeli meal,1031)
Geriye “Cuma” ve bir de “Kadir Gecesi” kalmaktadır. O gece camileri doldurur, kulluk görevimizi layıkıyla ifa ederiz. “Hem Kadir gecesi bin aydan hayırlı değil mi?” bize yeter diye düşündüler.
Hem o gece nasıl olsa imam efendi de “Aman darıltmayalım!” endişesiyle geriye kalan gaflet günlerinin hesabını da soramayacaktır.
Zaten o gece kalabalığın gürültüsünden, kimse “Kur’an’ın sesini duyacak ta değildir.” Haşa fiilen Müşriklerin taktiği olan “Şu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü çıkarın, bağırıp çağırın da onun sesini bastırın!” (Fussilet: 41/26) durumunda olunacağı için kimse ibadetin ruhunu yakalayamayacaktır.
Durum bu olunca, “Farz ve nafilelere devam ederse kulum, Ben onun yürüyen ayağı, tutan eli, gören gözü, işiten kulağı olurum” (Buhari, rikak, 38) Hadis-i Kudside ifade edilen gerçeğin tam tersi bir şekilde “Müslüman şeytanın eli, şeytanın kulağı, şeytanın gözü ve şeytanın ayağı konumuna düşer.”
Sonuç: “Orucu ve tüm ibadetleri Gaflet uykusunda tutan kimse Cennet’i de elbette rüyasında görecektir.”
Baştaki ayete geri dönersek: “Bunlar, dünya hayatında tüm yapıp ettikleri istikametten sapmış (boşa gitmiş) olan kimselerdir. Oysa onlar kendilerinin güzel ve erdemli işler yaptıklarını sanıyorlardı.”
"Habitat" kelimesi, bir hayvanın zehirli bir bitki yemesi sonucu karnının şişmesi, sonra da patlayıp ölmesi anlamına gelir. Bu kelime onların yaptıkları iyi işlere son derece uygun düşmektedir. Çünkü bu işler parlak ve şişkin görünürler, onlar da bu işlerin iyi, başarılı ve kârlı olduklarını sanırlar. Ama çok geçmeden yok olup giderler! (Fi zilal tefsiri)
“Koca bir ramazanda ortada görünmeyen kayıp bir kulun idrak edeceği Kadir Gecesi, onun hayatında bin aydan daha hayırlı bir sonuç doğurabilir mi sizce?”
Cumanız ve kandiliniz mübarek olsun… Düşündüklerinizi yazıya dökmenin zorluğu altında dağarcığımızdan bu kadar dökülüverdi…