Ekleme
Tarihi: 28 Ocak 2016 - Perşembe
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onların başına öyle şiddetli zorluklar, öyle boğucu darlıklar geldi ve öylesine sarsıldılar ki, müminlerle birlikte Peygamber de “Allah'ın yardımı ne zaman gelecek!” diye feryat ediyordu. İyi bilin ki Allah’ın yardımı şüphesiz çok yakındır.”(Bakara: 2/214)
“İman’ dan mahrum olmak kişinin kendi ruhuna çektirdiği en şiddetli azaptır. İman ruh için hava gibi, su gibi, ekmek gibidir. Ruhunu bunlardan mahrum eden, öz elleriyle kendi ruhunu tarifsiz bir azaba mahkûm etmiş olur.”
İman ve ibadetler insanın bu dünyada var oluş gayesini ve bu gayeye uygun bir hayat yaşayıp yaşamadığını ortaya koyan somut göstergelerdir.
İnsanın dünya hayatında başına gelen her şey onun imtihanıdır. “İnsanın iyisi, talihin kötüsünde belli olur” sözünün de ortaya koyduğu gibi, insanın kalitesi de imtihan karşısında takındığı tavırla ortaya çıkar.
“Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.”(En’am: 6/132)
Gerçek mümin “hastalık, sıkıntı, bol nimet, mal-mülk, makam, ilim, ölüm” gibi imtihan aracı olan gerçekler karşısında, mümince bir davranış sergileme çabasındadır.
Başına gelen olumlu-olumsuz tüm imtihan araçlarını “Allah’ın rızasına” yaklaşmaya bir vesile kılar. Sıkıntıya sabır, nimete şükür kanatlarını sonuna kadar açıverir.
Hastalıklı ruhlar ise, ömürlerini tamamen şikâyet üzerine bina ederler. Mutlu oldukları hiçbir durum yoktur. Allah’ın takdirine, kâinata yön verişine muhalefeti meslek edinirler.
Biraz daha detaylandırıldığında neredeyse “Allah’ın kâinatı idare etmede” yetersiz ya da adaletsiz davrandığını düşünecek sözler sarf ederler.
“İmtihan yapanı imtihan etme” küstahlığına düşerler. İman ettiklerini söyledikleri Allah’a güvenme konusunda hep tereddüt içinde olurlar.
“(Ey Resulüm!) De ki: “Siz dininizi (dindarlığınızı) Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”(Hucurat: 49/16)
Kendi elleriyle işledikleri hatalar sonucu başlarına gelen musibetlerden ders çıkarma yerine, Allah’ı sorumlu tutma ve isyanlarına isyan katma yarışına girerler.
Hayatın bir kulluk mücadelesi olduğunu unutup, ebedi mutluluk yurdu olması gerektiğine hükmederler. Alt-üst olmuş bir bilinç ve kaygan bir zeminde ayakta durma çabası…
Kendilerine verilen “ömür sermayesini” bilinçsizce tüketirken, aslında kendilerini de tüketiverirler. Boşa dönen değirmen taşı misali kendini tüketme ve tükenme hastalığı…
Ve dünyadaki “gaflet uykusundan” ahirete uyandıklarında, yaşadıkları hayatın tüm pişmanlığını yüreklerinde derin bir sızı olarak hissederler.
Müsaade yok mu ey Azrail, son sözümü söylesem.
Son defacık olsun, annemi, çocuklarımı görsem,
Müsaade yok mu, yarım kalan işimi bitirip gelsem,
Bütün malımı versem de, olmaz mı ben ölmesem?(Y. Kambur)
Dünyadaki “kulluk imtihanı” karşısında alaycı bir tavır takınanlar, ölüm gerçeğiyle baş başa kaldıklarında ebedi bir yıkılışla yıkılırlar.
“Artık, bundan böyle (dünyada) az biraz gülsünler; fakat kazandıklarının bir karşılığı olarak (ukbada) çok ağlayacaklar!”(Tevbe: 9/82)
Unutulmamalıdır ki, bedeli ödenmeyen bir iman, sahibini asla “ebedi kurtuluşa” götüremez. Cennet bedava olmadığı gibi cehennem de boşuna değildir.
Hasis sarraf kendine bir başka kese diktir,
Ahirette geçer akçe neyse onu biriktir. (Necip Fazıl)
Keşke dememek için:
ZülkarneynAleyhisselam ordusuyla gece yolda giderken ordusuna “ayağınıza takılan şeyleri toplayın” diye emir verir. Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup:
“Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımızı takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım” diyerek hiçbir şey toplamıyorlar.
İkinci grup ise;
“Madem Komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet etmeyelim. Zira ordun komutanına itaat etmek gerekir.” diyerek az bir şey topluyorlar.
Üçüncü grup;
“Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmete mebnidir” diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar.
Sabah olduğunda bir de bakıyorlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar. Bunu anlayınca:
Hiç almayan birinci grup;
“Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık! Bir tane bari alsaydık” diyerek pişman oluyorlar.
Az alan ikinci grup ise;
“Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık” diye sitem ediyorlar kendilerine.
Çok alan üçüncü grup ise:
“Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydım, daha çok toplasaydım. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık” diyerek, fazla almalarına rağmen üzülüyorlar.
İşte bu misalde olduğu gibi, Ahirette bütün insanlarda bunun gibi ağıtlarda bulunacak.Kâfir, Müşrik ve Münafık olanlar:
“Keşke iman etseydik, keşke inansaydık da hiç olmasa Cehenneme girdikten sonra iman etmemiz sonucunda Cennete girseydik, ebedi cehennemden kurtulsaydık,”
Mümin, fakat az sevabı olan;
“Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar olsaydım.”
Mümin,çok sevabı olan ise;
“Ah ne olaydı da Makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim, oruç tutsaydım, biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım...” diyeceklerdir.
Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş yıldönümü münasebetiyle tüm kahraman ecdadımıza saygı, rahmet ve minnet duygularımı sunuyorum.
Not: Bu akşam 19.30’da “Kulluk İmtihanı” konulu sohbetimiz Gelişim Tv’de canlı olarak yayınlanacaktır. Soru ve görüşlerinizi bekliyoruz.
Hayırlı Cumalar….