“O halde sen (ey insan!)
Yüzünü/yönünü /tüm benliğini her türlü sapmadan uzaklaşarak
dosdoğru bu dine çevir.
Allah’ın insanların özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrata uygun davran ki,
Allah’ın yarattığında bir bozulma meydana gelmiş olmasın!
İşte dosdoğru din budur/gerçek bir dinin amacı budur ancak insanların çoğu bu hakikati bilmez.”(Rum: 30/30)
“Bir muvahhid-i pâk olarak” diyor merhum İsmail Hakkı İzmirli mealinde. Her türlü şirk unsurlarından sıyrılarak İslâm’ın güzelliklerine ram ol. Sırtını bu dinin sarsılmaz değerlerine yasla.
Tereddüt etme, kuşku duyma, ağırdan alma, bocalama… “İmanda zaafa düşme.” İmanda zaafa düşen kişi bir yöne eğrilmiş duvara benzer. Yıkılması an meselesidir. Ne tarafa yıkılacağı da apaçık bellidir.
Meyilli, sevdalı, hayranı olduğu, özlemini çektiği tarafa düşer. “Eğri duran ağacın doğru gölgesi olmaz” demiş büyükler.
Tüm bozulmalar fıtrat dini İslam’ın özünden kopmaktan meydana gelmiştir. “Sürüden ayrılan koyunu kurt kapar” da tek bir kurban verilmiş olur. Bugün bizdeki durum sürünün çoğunun yanlış yollarda koşuşturduğunu gösteriyor. Bundan da “sosyal kıyamet” denen şey kopar da yaş kuru hiçbir şey bırakmaz ortada.
“Sosyal kıyamet!”
“Ekinler ve nesilleri bozmaya çalışan”(Bakara, 205) fıtrat düşmanları kol geziyor hayatımızın merkezinde. “Biz bozguncu değil ıslah edicileriz”(Bakara, 11) diyorlar. Bunlar şeytana rahmet okutacak kadar sinsi, reddedilemeyecek kadar cazibelidirler.
Bizi ne hale getirdiler? Anne babaya evlatlarının önünde diz çöktürdüler. “Hep haktan yana görünerek”(Saffat: 38/28), daha fazla özgürlük sloganlarıyla tüm İslami değerlere isyan bayrağı açtırdılar.
Sesler, şekiller, resimler, isimler gitti elimizden. Sonra özlerle birlikte sözler bozuldu. “Değerler, kırmızıçizgiler, olmazsa olmazlarımız” kalmadı… Zehirlenmiş sevgi bizi her gün yavaş yavaş canlı cenazeye dönüştürüyor, evlerimizi mezarlığa…
Müslüman bir anne baba evladına “kulun/kölen olayım, kurbanın olayım, canım feda olsun sana…” gibi sözler söyleyebilir mi? Neden şikâyet ediyorsun ki, “kulun, kölen olayım” dedin duan kabul olundu…
Öfkeli, bencil, özgürlük rüzgârına kapılmış, egosu tavan yapmış evladının önünde, tüm suçu üstlenmiş idamlık bir mahkûm gibi duruyor anne baba. Anne baba diz çökmüş, gözlerinden yaşlar sicim gibi boşalıyor.
“Biz ettik sen etme!”
Ey sahte batı medeniyeti! İnsanlığı attığın Gayya kuyusuna iyi bak! Süsleyip püsleyip vadettiğin hayatın sonu işte bu.
Evlat ise kararlı, ödünsüz, yüzünde bir gram üzüntü emaresi yok. “Ben bunlarla muhatap olmak istemiyorum.” Bunlar öyle mi bunlar… Ah keşke bu cesaretli duruşunu “boyun kestiğin semercilere” karşı gösterebilseydin ama ne gezer.
Adam mısın: Ebediyen cihanda hürsün, gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.” (Mehmet Akif)
Tüm bunların günahı kimin boynunda? Suçlu kim? Kabahat kimde? Cevabı muamma olan sorular bunlar. Kişiden kişiye, anlayıştan anlayışa cevabı değişen sorular... Çözüm gayet basit.
“Ümidinizi kesmeyin ve azap gelip çatmadan Rabbinize yönelin, tam bir teslimiyetle O’na boyun eğin/teslim olun. Aksi halde düştüğünüz bu çukurdan sizi kimse çıkaramayacaktır.”(Zümer: 39/54)
Başkalarının, Müslüman kardeşlerimizin başına gelen dertlerden, musibetlerden ders almazsak gün gelir azgınlığımız sonucu başımıza gelenlerden başkaları ibret alırlar. Unutmayalım ki “karanlık bir hayatın nurlu bir sabahı olmayacaktır.” (Selahaddin Altun)
“Men aref” esrarına agâh olan yüz binde bir,
Taht Gâh-ı marifette şâh olan yüz binde bir.
Lafla davay-ı irfan eyleyen çoktur Veli,
Fil hakika arifi billah olanlar yüz binde bir. (Kami Ahmet Çelebi)
Rabbim Hakkı hak bilip hakka tabi olmayı, batılı batıl bilip batıldan yüz çevirmeyi nasip eylesin…