DOYUMSUZLUK HASTALIĞI!
DOYUMSUZLUK HASTALIĞI!
O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak dirilttin?”
(Allah da:) “Evet öyle. Ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun ve bugün de aynen öyle unutulmaktasın!” buyurur.”(Taha: 20/124-126)
Rahmetli olmuş bir büyüğümüz az sonra aktaracağım gerçek öyküyü anlatırken heyecanlanır, nefesi boğazında düğümlenir gibi olurdu. Bizzat şahit olduğu yıllar öncesine ait bir hikâyeydi anlattığı.
Ekmeğin karneyle dağıtıldığı kıtlık zamanlarında yaşanmıştı olay. İnsanlar fırının önünde ekmek kuyruğundaydı. Her nasıl olduysa bir ekmek yere düşmüştü. Herkesin bakışları düşen ekmeğe yoğunlaşmıştı. Bu kıtlıkta çamura düşen bir somun ekmek!
Biraz sonra fırına doğru bir köpek yaklaştı. Belli ki o da bugünkü istihkakını arıyordu. “Fırının kapısında kuyrukta bekleyenlerden belki nasibini alabilirim” diye her birimizi biraz kokladı. Daha sonra çamurun içindeki ekmeği gördü ve hızlıca yaklaştı ekmeğe…
Kokladı bir müddet ama yemekten vazgeçti ve cadde boyunca yürümeye devam etti. Bu kapıda umduğunu bulamamıştı anlaşılan. Salına salına yürüdü gitti…
Aradan beş dakika geçer geçmez yukardan aşağıya gelen bir kadın dikkatimizi çekti. Ekmek kuyruğuna geçmedi kadın. Bir anda çamurun içindeki ekmeği gördü, hızlıca hareket ederek ekmeği çamurdan aldı, sağını solunu siliverdi ve yoluna koyuldu.
Az önce köpeğin koklayıp ta beğenmediği ekmek şimdi bir kadının elindeydi. Bizler bir şey de söyleyemedik kadıncağıza. Belki ekmeği çocuklarına götürecek, belki nimeti çamurdan kurtarmak istemişti.
Ama halinden, ekmeğe yaptığı muameleden, hazine bulmuş gibi sevinmesinden anladık ki o somun ekmek kadının çok işine yarayacaktı…
Benzeri birçok hayat hikâyesini sizler de mutlaka duymuşsunuzdur. Mesela ben babamdan duymuştum. Köyde, fındığın kabuğuyla öğütülüp ekmek yapılıp yediklerini…
İlçenin yakınına kadar yalınayak gelinip, ilçeye girişte “çarıkların” giyildiğini çok duymuşuz.
Bu yaşanan kıtlığın üzerinden yüz sene bile geçmedi. Kıtlığı yaşayanların çocukları değilse bile torunlarıdır bugün hayatta olanlar ve çöp bidonlarına bayatladı diye ekmekleri atanlar…
“Kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak dirilteceğiz.”(Taha: 20/124)
Bunca bolluğa rağmen hayatımızda neden bereketin olmadığını Rabbimizin mesajından anlayabiliyoruz değil mi? Neden iki yakamızın bir araya gelmediğini, neden doyumsuzlaştığımızı mucizevi olarak ayet-i kerimeden çıkarabiliyoruz herhalde.
Varlık içinde neden yokluk çektiğimizi Rabbimiz çok güzel hatırlatıyor bize. Zenginliğin maddi imkânlardan kaynaklanmadığını, gerçek zenginliğin gönül zenginliği olduğunu açık bir şekilde öğretmeli ilahi mesaj.
Eğer ruhumuz manevi gıdalarla doymazsa, hiçbir maddi zenginliğin ruhu doyuramayacağını veciz bir şekilde anlatmıyor mu?
Asrımızın problemi, “Allahlı” bir hayat programımızın olmayışıdır. Mesajdan yüz çevirmemizdir bize bu sıkıntıları yaşatan. Hayat anlayışımızı ilahi rızaya göre tanzim etmemekten kaynaklanıyor tüm problemler…
Kısa yoldan problem çözmektense bizler ne yapıyoruz? Doymak bilmeyen nefsimizi doyurmak için çalışmamızı iki katına çıkarıyor, kazancımızı helal-haram arttırmaya çalışıyoruz ama yine de olmuyor ve olmayacak.
Çünkü problem “az kazanmak, maddi imkân yetersizliği, gelirinin az oluşu vb” gibi maddi bir problem değildir. Problem “doyumsuzluk, aşırı tüketim hastalığı, israf, moda, başkalarında var bende niye yok, son modelini edinmeliyim” gibi manevi bir problemidir.
“Aç olan mideyi ne yapıp eder bir ekmekle doyurursun ama aç olan gözü iki vadi dolusu altın dahi versen doyuramazsın” mesele budur.
Gençler geçmişten verilen yaşamla ilgili örneklerden pek hoşlanmazlar. Ama yazımızın başındaki hikâye ve benzer hikâyelerden gerekli dersi almazsak “iki yakamızın bir araya gelmesi” mümkün olmayacaktır. Ya sonrası…
“… Kıyamet günü onu kör olarak dirilteceğiz. O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak dirilttin?”
(Allah da:) “Evet öyle. Ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun ve bugün de aynen öyle unutulmaktasın!” buyurur.”(Taha: 20/124-126)
Bir İslâm büyüğünün sözleriyle bitirelim:
“İnsan öldüğünde kefeni hariç elindeki maddi imkânların tümünü elinden alırlar ve kabre girince de dünyada bıraktıklarının hesabını teker teker sorarlar.”
Hesabı verilebilir bir hayat yaşamayı, gönül tokluğu ve kanaatkâr olabilmeyi Rabbim cümlemize nasip eylesin. Hz. Peygamber’in (sav) duasıyla bitirelim.
“Rabbim! Doymak bilmeyen nefisten, huşu duymayan kalpten, kabul olmayacak duadan ve faydasız ilimden sana sığınırım!”
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.