“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Çünkü Kıyamet saatinin sarsıntısı çok büyük, çok ürkütücü, müthiş bir olaydır.”
“O sarsıntıyı gördüğünüzde, her emzikli emzirdiğini unutur. Her hamile, çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün hâlbuki onlar sarhoş değildirler.
Fakat Allah’ın azabı (bundan) çok daha şiddetlidir.”(Hac: 22/1-2)
“Küçük kıyamet” deniyor depremlere. Kıyamet gününün bir provası gibi… Yaşayanların tarif etmekte zorlandığı bir sarsılma hali…
Önceden hazırlanan çantaların unutulduğu, tatbikatların devre dışı kaldığı, aklın çalışamaz hale geldiği bir haleti ruhiye.
Dışardan gelmesine rağmen insanın içindeki devreleri yakan, bulunduğu ortamdan kurtulmak için bir an önce kendini dışarı atma çabası…
Çoğu depremler bir dakikayı bulmuyor. Düşünsenize beş dakika on dakika sürdüğünü!
Sonrasında ibretlik hikâyeler.
“Anne iki buçuk yaşındaki evladını kucağına almış, baba ise hem eşinin hem evladının üzerine kapaklanmış…”
“Yeter ki onlar kurtulsun!”
Bir başkası, “Kardeşim!” diye ağıt yakıyordu. “Kardeşim! Az önce beraberdik, şimdi yıkıntıların arasında…” vb.
Sorsak tüm anne babalara, “çok mu seviyorsunuz evlatlarınızı?”
Cevap hiç tereddütsüz, “canımızdan da çok” olacaktır.
“Onlar için canımızı bile feda ederiz! Her şeyimizi…”
Dünyada böyle… İnsan sevdikleri için hayatını bile hiçe sayar. Bu durum, hayvanlar âleminde de çok görülmüştür.
Yavrusu için kendini feda eden anneler…
“Allah rahmeti yüz parçaya ayırmış, doksan dokuzunu kendi katında tutmuş sadece birini yeryüzüne indirmiş.
Yeryüzündeki canlılar bu bir parça rahmet sayesinde birbirlerine merhamet eder. Hatta hayvan yavrusuna basmamak için ayağını kaldırır.”(Buhari, Edep, 19)
Ancak “Büyük kıyamette” iş başka olacaktır.
Pişmanlığın fayda etmeyeceği o günde işler tersine döner.
“O Gün (muttakiler hariç) bütün dostlar birbirlerine düşman olacaktır.”(Zuhruf: 43/67)
“Herkes kendi derdine düşeceği için hiçbir dost dostun halini sormayacaktır hem de birbirlerini görüp tanıyacakları halde…
İşte o anda suçlu kimse o günün azabından kurtulabilmek için, (Allah’ın emirlerini terk etme pahasına) kazandığı her şeyini feda etmek isteyecek!
Örneğin; bir zamanlar üzerine titrediği, öpmeye bile kıyamadığı kendi öz çocuklarını,
Kendi eşini ve kardeşini,
Kendisini yetiştirip büyüten ana-babasını, ailesini, akrabalarını,
(Elinde olsa) yeryüzündekilerin hepsini (fidye olarak) vermek isteyecek.”(Mearic: 70/10-14)
Anlaşılan o ki,
“Küçük kıyamet olan depremler bize büyük kıyameti hatırlatan ilahi hakikatlerdir.”
Dünya depreminde elbette kaybettiklerimiz için üzülür, canımız fena yanar. Hayatımız altüst oluverir. Bir daha kendimize gelemeyeceğimizi zannederiz.
“Dünya başımıza çöker.”
Ancak, biliriz ki, hayatını kaybedenler eğer iman etmişlerse “Şehitlik” mertebesine yükselirler. Mertebelerin en yücesine…
İşte tam da bu sebeple küçük kıyamet olan depremlere ve gerçek kıyamete “MÜMİN ve MÜSLÜMAN” olarak yakalanmaya çaba sarf etmeliyiz.”
Felaket herkesi kuşatır ancak ebedi âlemde herkes kendi durumuna, inancına göre muamele görür.
“Ey (iman eden! Takva sahibi) kullarım! Bugün sizin için hiçbir korku yoktur ve siz mahzun da olmayacaksınız!
Ey Benim ayetlerime iman eden ve buyruklarıma yürekten boyun eğen kullarım!
Siz ve eşleriniz cennete girin! Sevinç içinde ağırlanacaksınız!”(Zuhruf: 43/68-70)
Hayat her şeyiyle bir “imtihandır.” Felaketlere maruz kalanlar da, sağ salim ayakta kalanlar da imtihandadır. İmtihanı kazananlar için ölüm nedir ki?
“Ab-ı Hayat” ya da Mevlana’nın ifadesiyle “zifaf gecesi.”
Depremler, büyük felaketler, kıyamet haberleri ise biz sağ olanları “gafletten uyandırma esintisinden” başka bir şey değildir.
Ne mutlu hâlâ zaman varken Gaflet uykusundan uyananlara!
Acıların birleştirdiği kahraman Türk Milletinin başı sağ olsun! Ölenlere rahmet, yaralılara acil şifa, sağ olanlara da sabır diliyorum…