Ekleme
Tarihi: 12 Eylül 2014 - Cuma
“O kullar ki, sözün tamamını dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte Allah’ın kendilerine doğru yolu gösterdiği kimseler bunlardır. Ve işte onlar, akletme yetilerini kâmil manada kullananlardır.” (Zümer: 39/18)
Konuşmak, dinlemek, düşüncelerini karşısındakine doğru anlatabilmek, dinlediğini doğru anlayıp kavrayabilmek önemli meziyetlerdendir. Müslümanlar için bu meziyetler çok daha önemlidir.
Birçok kişinin ağzından şu cümlelerin döküldüğüne tanık olmaktayız:
-“Ben onu söylemek istememiştim!”
-“Ben kendimi doğru ifade edemedim!”
-“O sözü söylerken kastım bu değildi!”
-“Ay, ben tamamen yanlış anladım!”
Neden? Çünkü çok konuşuyoruz. Bir nefes arası vermeden dakikalarca konuşan insanlar var. Karşısındakinin araya girmesine, katkıda bulunmasına fırsat vermeden, konudan konuya geçerek konuşmayı uzattıkça uzatan kimse belli bir zaman sonra çekilmez oluveriyor.
Bu bir hastalıktır. Müslümanda asla bulunmaması gereken bir hastalık.
Çünkü birbirimizi anlamak için dinlemiyoruz. Can kulağıyla dinlemiyoruz. Anlatmak istediğimizi üzerine basa basa anlatmıyoruz. Aynı anda hem dinlemeye, hem de başka şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Konuşmak ve dinlemek yerinde ve usulüne uygun olursa güzel olur. Konuşan gevezeliğe düşmeden konuşmalı, konuyu çok uzatmamalı, dinleyen de can kulağıyla dinlemelidir. “Şüphesiz bunda kalbi olana ve hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” (Kaf: 50/37)
Mekke müşriklerinden Utbe b. Rebia, Hz. Peygamber (sav)’in yanına gelerekonu bu davasından vazgeçirmek adına konuşmaya başlar.
Dikkat edelim! Hz. Peygamber (sav)’in yanına gelen İslâm düşmanlığı açıkça bilinen biri. Konuşacağı şeyler Hz. Peygamberin hoşuna gidecek şeyler olmadığı kesin. Geliyor Peygamber (sav)’in yanına ve konuşmaya başlıyor.
Kurduğu cümlelere bakın:
-“Sen kendinin soy ve sülale bakımından ne kadar asil olduğunu biliyorsun.
-Fakat buna rağmen kavmine musibet getirdin, topluluk içinde ayrılık çıkardın.
-Üstelik kendi kavmini aptal kabul ediyor, onun dinini ve ilahlarını kötülüyor ve bizim atalarımızın kâfir olduğu iddiasında bulunuyorsun.”
Şimdi beni iyi dinle!
-“Konuş ya Ebu’l Velid (Ey Velid’in babası) seni dinliyorum!”
İslâm düşmanından birçok uygunsuz söz duymasına rağmen sözünü kesmiyor. Ta ki konuşması bitinceye kadar. Pür dikkat dinliyor onu. Konuşması bitince Rasulüllah (sav):
-“Ey Ebu’l Velid! Söyleyeceklerin bitti mi?
-“Evet!” cevabını aldıktan sonra:
-“Şimdi sen beni dinle!” Diyor ve Fussilet suresini okumaya başlıyor… Kıssanın sonunu tefsirlerden öğrenebiliriz. Buradan almamız gereken ders Hz. Peygamber (sav)’in “dinleme ve konuşma adabı”dır.
MEVLANA’DAN BİR HİKÂYE:
Komşunun biri sağır komşusuna gelerek bir gencin hastalığını haber verir. Sağır adam kendi kendine:
“Komşunun ziyaretine gidip geçmiş olsun demem gerek. Ama bu ağır kulakla o hasta gencin hastalıkla iyice kısılmış sesini nasıl duyar, sözlerini nasıl anlarım? Fakat çaresiz gidip görmeliyim.” dedikten sonra yine kendi kendine:
“Hasta gencin dudağının kımıldadığını görünce, ona kendimce bir kıyas yaparım. Ona dertli komşum nasılsın, deyince o elbette iyiyim veya rahatım diyecektir. Ben de, çok şükür, derim.
Sonra, acaba ne yiyorsun? Derim. O süt veya mercimek çorbası der. Ben de, sıhhat ve âfiyetler olsun, derim.
Hekimlerden kim gelip bakıyor? Derim. Şüphesiz filan geliyor cevabını verir. Ben de: Ayağı uğurlu bir hekimdir. O geliyorsa işin yolunda demektir. Onun ayağının uğurunu denedik, derim.”
O saf adam kendi aklınca bu kıyaslı konuşmaları tasarladıktan sonra hastanın evine gidip yanına girdi. Selam aleyküm diyerek selam verdikten sonra geçip hastanın başucuna oturdu. Eliyle ellerini tutup alnına, ateşine baktıktan sonra:
-Nasılsın? Diye sordu. Hasta genç:
-Ölüyorum, deyince sağır:
-“Şükür elhamdülillah”, karşılığında bulundu. Bu karşılık hastayı çok üzdü. Canını sıktı. İçinden: Bu nasıl şükür? Şimdi şükrün sırası mı? Bu adam galiba düşmanımızmış da anlamamışız, diye geçirdi. Sağır adam bir kıyas yaptı o da aksine çıktı. Sonra hastaya sormağa devam etti:
-Ne yedin? Dedi. Hasta, sinirli olduğu için:
-Zehir, dedi. Sağır:
-“Afiyetler olsun”, deyince cevap hastayı kahretti. Ziyaretçi komşu daha önce tasarladığı gibi devam etti:
-Peki, hekimlerden kim gelip tedavi ediyor? Diye sordu. Hasta:
-Azrail geliyor, deyince hasta komşu:
-“Ayağı uğurludur, sevin!”, cevabını verdi.
- Haydi defol, diye bağırdı. Bu herif bizim can düşmanımızmış. Ağzı akrep yuvası, dudaklarından yılan zehiri akıyor. Meğer komşu evi değil çıyan yuvasıymış. Onun cefa ocağı olduğunu bilmiyorduk, dedi.
Hasta, komşunun sözlerini düşündükçe aklından sövmek, geçiyor. Küfürlü haberler göndermek istiyordu.
Hasta, çektiği derdin etkisiyle sabırsız ve tahammülsüzdü. Sağırın sözlerini kafasından söküp atamıyordu. İkide bir söylediklerini ona iade edeyim diye düşünüyor. O bu sözleri söylerken uyumuş aslan kesilmesine hayret ediyordu.
Sağır adam da “komşuluk vazifesini en iyi şekilde yaptığına” şükrediyordu. Hâlbuki Sağırın yaptığı bir kıyas (karşılaştırma) sonunda on yıllık komşuluk sohbeti bozulmuş oldu. (Şerh-i Mesnevi, c.5,s.1555-1569)
Hayırlı cumalar…