Ekleme
Tarihi: 31 Ağustos 2015 - Pazartesi
“Biz, gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri bir oyun ve oyalanma konusu olsun diye yaratmadık.”(Duhan: 44/38) “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor?”(Kıyame: 75/36)
Bu ve benzeri ilahi kelamdan, tüm varlık âleminin ve özellikle varlık âleminde kendisine irade ve tercih etme özgürlüğü verilen insanın yaratılışının “anlamsız, gayesiz, amaçsız ve tesadüfi” olmadığı sonucu çıkmaktadır.
Yaratılışının mutlaka bir hikmeti bulunan bir varlığın “rüzgâr önündeki yaprak gibi” başıboş bırakılması elbette düşünülemez. Pek, nedir öyleyse insanın varlık nedeni? Yeryüzünde insana biçilen rol nedir?
“Bütün mülk ve saltanat kudret elinde bulunan (her türlü noksanlıktan münezzeh olan) Allah’ın şanı ne yücedir! O’nun her şeye gücü yeter.”
O, ölümü ve hayatı hanginizin daha güzel kullukta bulunacağınızı (güzel ameller, davranış ve erdemler ortaya koyacağınızı) sınamak, açığa çıkarmak için yaratmıştır…”(Mülk: 67/1-2)
Hayat bir ekmek yarışı değil, fazilet ve erdem yarışıdır. Hayat bir oyun sahası değil ekim tarlasıdır. Hayat, görevi belirlenmemiş bir oyalanma değil, görevi “Kur’an ve sünnetle” apaçık ortaya konmuş tatbikattır.
Bu fazilet ve erdem yarışı “nefsi faziletlerle süsleme, reziletlerden arındırma” anlayışı içinde olmalıdır. Ve bu yarışta öne geçebilmek, Rabbimizin ortaya koyduğu “sebeplere, vasıtalara, yollara, vesilelere” sımsıkı sarılmakla mümkündür.
“Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. O yollardan eğri olanları da vardır.”()Fazilet ve erdem yarışı ancak Allah’ın gösterdiği ilke ve sebeplere sarılmakla kazanılır. Bu ilkeler de: Tereddütsüz bir iman, ihlas ve samimiyetle yapılan ibadetler ve iman ve ibadetlerin meyvesi güzel ahlâktır.
Biz, Kelime-i Şahadeti getirmekle, ucu Allah’a, Allah rızasına ulaşan yolun yolcuları olduğumuzu kendi özgür irademizle ortaya koymuş olmaktayız. “Allah’ın boyasıyla boyanmayı şereflerin en üstünü” kabul etmekteyiz.
Namaz ibadetiyle her günümüzü “anlamlı, amaçlı ve Allahlı” kılmaktayız. Günde beş kere Rabbimiz huzurunda bulunarak adeta ruh ve bedenimizi şarj etmekteyiz.
Oruç ibadetiyle, bir ay boyunca beden ve ruhumuza bulaşmış olan kirlerden “arınma, temizlenme, takvaya ulaşma” mücadelesi vermekte, adeta melekleşme yoluna girmekteyiz.
Zekât, sadakalarımızla sadece kendini düşünen bencil bir birey olmaktan çıkıp Allah’ın ortaya koyduğu “sosyal sorumluluk projesinin” en önemli aktörü, uygulayıcısı olmaktayız.
Kurban ibadetiyle, nefsani, şeytani yönlerimizi bıçak altına yatırmakta, “Allah yolunda benliğimizi feda etme” duruşunu sergilemekteyiz.
Cihad ibadetiyle, kulluk yarışında önümüze sürekli engeller çıkaran “nefis, şeytan, şeytanlaşmış insan”, eşkıyalarıyla savaşmakta, yoldan uzaklaştırıcı tüm düşmanlarla cansiperane mücadeleyi öğrenmekteyiz.
Ve nihayet Hac ibadetiyle “Mahşer gününün provasını” yapmaktayız. Böylece her saatimiz, her günümüz, ömrümüzün her safhasını Allah’a ait kılma yarışı haline getirmekteyiz.
İşte o zaman sanki Arafat Dağı’na çıkıp tüm dünyaya,
“Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, ölümüm ve hayatım Âlemlerin Rabbi olan Allah’ içindir (Allah’a adanmıştır.)(En’am: 6/162) gerçeğini ilan edebiliriz. Bu yarışı iman selametiyle tamamladığımızı söyler ve kendimizle gurur duyabiliriz.
İman, ibadet ve güzel ahlâk, kişiyi fabrika ayarlarına döndüren ilahi anahtarlardır. “Anasından doğduğu günkü temiz ve saf” haline dönmenin vasıtaları, vesileleridir.
Nefsi “fazilet, erdem ve güzelliklerle süsleme, tüm reziletlerden arındırma” işi, Allah’ın ortaya koyduğu iman, ibadet ve ahlâki ilkelerden başka hiçbir şeyle gerçekleşemez.
Bir kimse iman, ibadet ve ahlâktan uzak durduğu halde, “hakikate ulaştığını” iddia ediyorsa bu onun “nefse ve şeytana” yem olduğunun açık bir göstergesidir.
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, Yaratılışımızın gayesi;
“İmanlı, ahlâklı ve faziletli bir birey, bu bireylerin oluşturduğu faziletli ve ahlâklı bir toplum, ahlâklı ve faziletli bir insanlık ve cennet yurduna çevrilmiş bir kâinattır.”
Böyle bir dünyanın olmazsa olmaz öznesi olan insan nasıl olur da kendini “amaçsız ve anlamsız” bir varlık olarak tanımlayabilir?
Nasıl olur da dünyaya tesadüfi olarak düştüğünü çağrıştıracak davranışlar sergileyebilir?
Dünyada insanların icat ettiği bir cıvata bile boşuna değilse, Allah’ın kudret eliyle yarattığı insan boşuna, amaçsız ve gayesiz olabilir mi? İnsanın bir cıvata kadar da değeri yok mudur?
Hayırlı, bereketli haftalar…