Geçen günlerde, Profesör ünvanlı bir akademisyen “Diyanet İşleri Başkanı olsaydım” başlıklı köşe yazısında münferit bir hadiseden dolayı imamları töhmet altına bıraktı. Gerçi bizler alışığız böyle durumlara. Doğru, yanlış devamlı eleştiriliriz!!
Akademisyenin köşe yazısını kısaca hatırlayalım. Kendisi; gitmiş olduğu bir camide, görevli tadil-i erkana riayet etmeden namaz kıldırmış olduğunu; görevliyi usulüne uygun bir şekilde uyardığını lakin görevlinin kendisini dikkate almayıp savuşturduğunu söylemiştir. Akademisyen de Diyanet İşleri Başkanı olursam, böyle bir yetki kendisine verilirse imamların tadili erkana riayet ederek namaz kılmalarını sağlayacağını belirtmiştir. Sonra konuyla ilgili yazmış olduğu kitabının ismini vermiş. Ve konunun ehemmiyetini vurgulamaya çalışmış.
İmamların töhmet altında kalmaları, konusunu işlemeyeceğim. Başta ifade ettiğim gibi biz imamlar artık böyle yersiz eleştirilere alıştık. Üzülmüyor muyuz? Üzülmemek ne mümkün..
Bu yazımızda işleyeceğim mesele son asrın kanayan yarası, asıl ve asil makam olan mihrabın, bazıları bilerek bazıları ise bilmeyerek itibarsızlaştırılıyor olmasıdır.
İmamlar eleştirilemezler mi? Eleştirilebilirler tabi ki. Ancak tepeden bakarak, sıradan bir mevki sahibini eleştirir gibi eleştirilmez. Hele böyle, bir şahsın yapmış olduğu kusur yüzünden makamı öne çıkararak toptancı bir mantıkla sosyal medya üzerinden makamdaki her bir kişi töhmet altına bırakılamaz. Zira bu makam bizlere Peygamber Efendimiz (sav)’den emanettir.
Cami merkezli sorunlar, genel olarak çözmek yerine bu mesele de olduğu gibi salt eleştiri getirilerek üstü kapatılmaya çalışılıyor. Bir duvar örmek için bile belirli bir eğitime ve tecrübeye ihtiyaç vardır. Duvarı düzgün öremeyen bir çırağa sitem etmek, salt eleştirmek onun duvarı doğru örmesini temin etmez. Çırak belli bir tecrübe ve eğitimle, usta olabilir ancak.
Cami merkezli ibadet, faaliyet vb. hizmetlerde de belli bir eğitim/öğretim ve tecrübe ile arzu ettiğimiz noktaya ulaştırabiliriz. Yoksa yetkili makamlar; talimat çıkararak veya teftiş ederek camide ki görevlinin ne tadil-i erkân üzere namaz kılması sağlanabilir ne de farklı bir hizmet yaptırılabilir.
İmamlık sıradan bir vazife değildir. İmamı ! yetiştiremezsiniz ancak imam yetiştirebilirsiniz. Yani bir kişiye imamlık payesi verdikten sonra yetersiz vasıflarını ikmal etmek için seminer, çalıştay vb. kısa vadeli faaliyetlerin pek faydası olmuyor. Sistemli, disiplinli ve tecrübe kazanma imkânı olan örgün bir eğitim neticesinde kişiye İmamlık makamı teslim edilmelidir.
Malum akademisyen, son yazısından “İmamlar bize hak veriyor” başlıklı bir yazı daha kaleme aldı. Şundan emin olsun ki imamlar üslubunuz hususunda size hak vermiyor.
Kendisine bir teklifim olacak !!
Yazısında “İmamlık peygamber mesleğidir. İmamlar bu ülkenin en şanslı insanlarıdır.” diyor. İnanarak bu cümleleri yazmış ise bir profesör imamız daha olsun. Başkanlığımız bu konuda kendilerine yardımcı olur. Bulunduğu ilde bir camiye imam olmayı talep etsin. Hem tadil-i erkan ile (uygulamalı bir şekilde) namaz kıldırır hem de müşahhas bir misal olur. Diğer taraftan ilk yazısında: “Bendeniz ilimle meşgul olmayı, yöneticiliğe hep tercih etmişimdir, elhamdülillah. Kendi alanımda bir defa rektörlük ve defalarca dekanlık teklif edildiği halde sırf bu sebeple bu görevleri kabul etmemişimdir.” diye yazmıştı. Teklif ettiğim, makam ve mekan; ilmi faaliyetlerini icra edebileceği birçok insana ulaşabilme imkanın olduğu mümbit bir vasfa sahiptir !!
Eğer ahir ömründe bu teklifimi kabul ederse hem makamın asıl sahibine özür beyan etmiş olacak hem de bu bağlamda imtisal bir davranış ortaya koymuş olacaktır. Bizler de ziyaretine gidip elini öper ve ilminden istifade ederiz.
Ayasofya-i Kebir Camii imamlığına talip olan, Prof. Dr. Mehmet Boynukalın hocamı hürmet ve muhabbetlerimle selamlıyorum.
Selam ve Dua ile…