Elif Lam Mim
İnsanlar sadece ‘iman ettik’ demekle bırakılacaklarını, imtihana tabi tutulmayacaklarını mı sanıyorlar.
Andolsun Biz onlardan öncekileri de sınamıştık.
Elbette Allah imanlarında samimi (özü, sözü, davranışı bir) olanları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”
(Ankebut: 29/1-3)
Hayat, ergenlik çağından ölünceye kadar bir imtihandır. Her imtihan kişinin imanını, Allah’a olan sadakatini ortaya çıkaran bir şahittir, bir delildir. Bir rivayette Allah Rasulü (sav) şöyle buyurur:
“Her insan (her gün) sabah kalkıp (pazara çıkar), nefsini satışa arzeder. Kimi onu azat, kimi de helak eder.”
İmtihan farklı şekillerde gerçekleşir.
1-Kişinin kendi başına gelenler:
Kendi hayatımızda, kendimizle ilgili birçok sınavdan geçmekteyiz. Hastalık, sıkıntı, bela ve musibetler, eş ve çocuklarımızla yaşadıklarımız, aile hayatı, komşuluk ilişkileri vb.
2-Başkalarının başına gelenler.
Bizimle direk ilgisi olmayan sınavlarımızdır bunlar. Dünyanın ta öbür ucunda gerçekleşen bir olay gelir de bizim imtihanımız oluverir. Dün “Srebrenitsa’da” bugün “Gazze’de” kurulmuş imtihan pazarı.
Bu noktada biz sadece kendi hayatımızla ilgili olanları “bizim imtihanımız” olarak görüp, dışımızda gerçekleşenleri “başkalarının imtihanı” diye düşünürsek kendimizi aldatmış oluruz.
Sorumluluk derecesi farklı da olsa “dünyada yaşanan her şey” bizim de imtihanımızdır. Bu yüzden,
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın,
Her koyun kendi bacağından asılır,
Ateş düştüğü yeri yakar,
Dünya yansa bir bağ otluğu yanmaz” anlayışını asla benimseyemeyiz.
Maddi manevi tüm güç unsurlarını devreye alarak “mazlumun/ mağdurun/ezilen/haksızlığa uğrayan” kim varsa yanında olmalıyız. Olmak zorundayız çünkü imanımız bize bunu emrediyor. “Zulmedenlere azıcık dahi olsa meyletmeyin yoksa onları kuşatacak ateş size de dokunur…”(Hud: 11/113) ilahi mesajın muhataplarıyız biz.
Ehl-i Küfür tüm desteğini kayıtsız şartsız işgalci İsrail’e verirken hiçbir şerh koymadı. Mutlak bağlılığını dile getirdi ve bunu fiiliyata döktü.
Ümmet-i Muhammed ise bir türlü “gaflet uykusundan uyanamadı.”
On beş yaşındayken düşüp felçli hale gelen Şeyh Ahmet Yasin ömrünü Filistin davasına vermiş bu felçli haliyle yıllarca İsrail zindanlarında yatmıştır. “Siyonist İsrail bizim ölüm fermanımızı imzalamış. Biz ya hiçbir şey yapmadan öleceğiz ya da can, mal, namus, vatan için cihad ederek öleceğiz. Biz ikincisini seçtik…”
“Bugünkü İslam ümmetinin hali ise benim şu felçli halim gibidir. Dilinden başka hiçbir yerini hareket ettiremiyor.”
Sonuç ve değerlendirme:
Bir kardeşim şunu söyledi:
“Müslümanlar olarak mazlum ve mağdur kardeşlerimizin hiç olmazsa acılarını yüreğimizde hissedelim. Mükellef sofralarımızın başında otururken günlerce açlık çeken Filistinli çocukları hatırlayalım. Bu bile aşırılıklarımızı dizginlemeye yeter…”
Ey varlığın yegâne sahibi, maliki Müslümanlar olarak başımıza gelen felaketler, huzursuzluklar, horlanmalar, musibetler, ferdi ve toplumsal sıkıntılar “bizim kendi hatamızdan, kusurumuzdan, isyanımızdan” kaynaklanıyor ve cezalandırılıyorsak tıpkı babamız Âdem aleyhisselam gibi sana iltica ediyor ve yalvarıp yakarıyoruz:
“Ey Rabbimiz biz kendimize zulmettik. (Kendimizi mahvettik.) Hatalarımızın farkındayız ve pişmanlık duyuyoruz. Eğer sen bizi bağışlamaz bize merhamet etmezsen biz dünya ve ahirette hüsrana uğrarız. Mahvolduk demektir. Bağışla bizi…”(Araf: 7/23)
Yok eğer bütün bu başımıza gelenler “bizi imtihan etmek, bizim iman ve sadakatimizi ölçmek içinse” o zaman sana Talut ve askerlerinin duasıyla yöneliyoruz.
“Ey Rabbimiz! Üzerimize katından sabır, metanet, direnç ve kararlılık yağdır. Ayaklarımızı/kalbimizi dinin üzerinde sabit kıl. Ve kâfirler topluluğuna karşı yardımını bizden esirgeme…”(Bakara: 2/250)