Ekleme
Tarihi: 19 Şubat 2013 - Salı
Türk’lük ve Osmanlı, bizim mayamız. Geçmişimiz, övündüğümüz, gururlandığımız değerli şahsiyetlerden oluşan bir devlet. Tanıyamadık, tanıtamadık. Bağ kurup örnek alamadık. Bilinçli bir şekilde tanıtmadılar. Tanıttıklarında ise farklı yönleriyle soğutmaya çalıştılar.
Ben de tarihimize doğru bir yolculuk yapıp sizlere kısa bilgiler vermeyi düşündüm. Daha sonra genişçe ele alacak olduğum Osmanlı tarihimiz başlı başına bir deryadır. İşte bu deryadan bir damlayı sizle paylaşıyorum.
Osmanlı İmparatorluğu 14.ve 15.yüzyıllarda şekillenmişti. Fakat coğrafi yönden yayılışı 16.17.yüzyıllarda en yüksek seviyeye ulaştı. Bu iki yüzyıl boyunca, imparatorluğunu Avrupa’daki batı cephesi Triesta ve Viyana’nın yakınlarında, kuzey cephesi Polonya’nın bitişiğindeydi. Karadeniz ve Azak denizi birer Osmanlı gölü haline gelmişti.1475’ten 1768’e kadar Osmanlı İmparatorluğu ve ona bağlı devletlerden başka hiçbir devletin, bu denizlerde kıyısı yoktur. Kafkasların batısı gibi, Asya’nın batısında Dicle ve Fırat Nehirlerinin yatakları da İran Körfezi’ne kadar Osmanlı yönetimi altındaydı. Suriye’yi de en geniş anlamıyla elinde tutuyordu. Arabistan’ın batısı bütünüyle, en güneydeki Yemen’i de içine alacak şekilde Osmanlı idaresindeydi ki, bu imparatorluğu Hint Okyanusu’nda bir kıyı sağlıyordu. Aynı şekilde, Kuzey Afrika da Mısır’dan, en batıdaki Fas’ın doğu sınırına kadar Osmanlı topraklarıydı. Osmanlı İmparatorluğu böylece Hint ve Atlas Okyanuslarının birbirine en fazla yaklaştığı bir yer olarak, eski dünyanın odak noktasını teşkil ediyordu.(Arnold Toynbe) böylece Osmanlı Devleti, dünya tarihinin gördüğü en büyük ve en uzun ömürlü “ulu devlet”lerden biriydi.1299 da kurulmuş,1923’e kadar 624 yıl ayakta kalmıştır.
Osman Gazi’den başlayan bir Türk hanedanı tarafından kurulmuş, tarih sahnesinden çekilinceye kadar bu hanedan mensuplarınca yönetilmiştir. Osmanlı devleti, çeşitli milletlerden, çeşitli inançlardan insanları bünyesinde barındırması bakımından Batılıların söylediği anlamda bir “imparatorluk”tu. Bu devlet yapısı içinde Müslümanlar, Hiristiyanlar, Yahudiler; farklı dilleri konuşan kültürleri barındırmasıyla aynı zamanda Rumların, Bulgarların, Sırpların, Yahudilerin, Arapların ve diğerlerinin de devletiydi. Yani Bir Türk devletiydi. Osmanlı “İmparatorluk” emperyal yapıdan türediğinden dolayı bu sıfatı hiç kullanmamışlardır. Devletin resmi belgelerinde adı Devlet-i Ali” veya Devlet-i Ali Osman’dı. Yani “Ulu devlet”,”Ulu Osmanlı Devlet idi. Bu büyük devlet, bugünkü Makedonya Cumhuriyetinin başkenti Üsküp’ü tam 542 yıl yönetmişti. Bulgaristan başkenti Sofya’nın 496 yıllık bir Osmanlı geçmişi vardı. Yunanistan’ın önemli liman şehri Selanik 483 yıl Osmanlı yönetimi altında kalmıştı. Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır gibi Orta Doğu ülkelerinin Osmanlı idaresi içindeki tarihleri ortalama 400 yıla ulaşırken, mesela Şam şehri 402 yıl bu ulu devletin bir parçası olmuştu. Orta Avrupa’da sınır oluşturan Macaristan’ın Budin şehrinin bile 157 yıllık bir Osmanlı geçmişi vardı.
Tarih araştırmacısı Braudel,”Akdeniz” adlı kitabında “Osmanlı karayolları, dünyanın en bakımlı yollarıydı” der. Granit taş döşeli anayollardan orduların, ticaret kervanlarının, atlıların ve yayaların geçebildiğini anlatır. Hayvan sürülerini bu yollara sürmenin ise yasak olduğunu söyler. Cengiz Çandar Saraybosna anılarında bir eve misafir olduğunu ve karşılaştığı olayı anlatırken “Yapılan hürmet karşısında mahcubiyetimizi ifade etmeye başlarken. Bize” Hiç olurmu efendim!”dedi.” Sizler bizim aziz misafirlerimizsiniz. Sizin bizler için yaptıklarınız yanında, bizim şu yaptığımızın lafı mı olur? “Ne yapmışız ki?” diye sormaya kalmadan o ekledi.” Kitabımızı, Kur’an-ı Kerim’i bize siz Türkler getirdiniz. Bizim için en güzel ve iyi ne varsa ki en başta kitabımız gelir-,siz Türklerden aldık. Biz, bugün bir şahsiyet sahibi isek, bunu size borçluyuz! Diyor. Türk kültürünün en zengin hazinelerinden birini de deyimler oluşturur. Türkçe’deki bazı deyimlerden yola çıkıp Osmanlı coğrafyasına ve Osmanlı tarihine bakalım.”Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” diye bir deyim var. Dimyat, Mısır’da, Nil nehrinin ağzındaki bir yerleşim merkezidir. Yanlış bir söz söyleyince utanır ve yüzüm kızardığında “Ne o? Kızanlık’ın gülleri gibi kızardın” sözleri dökülür. Kızanlık Karadeniz’in kuzeyindeki Kırım yarımadasının adıdır. Eskiler “Aşkta Bağdat sorulmaz’derlerdi. Şimdi ki âşıklar Bağdat denildiğinde ilk önce Irak’ın başkenti Bağdat’ı değil de, İstanbul’un Anadolu yakasındaki Bağdat caddesini hatırlarlar her halde.”Halep oradaysa arşın burada” deriz.”Biz Medine Kurrası değiliz ki her soruyu cevaplayalım” deyip işin içinden çıkmaya çalışırız.
Yine Osmanlı coğrafyasının bize bıraktığı bir deyim “Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü deriz” Bunu son olarak “Bade harab’ül-Basra”,yani “Basra harap olduktan, iş işten geçtikten sonra…” sözleri Osmanlıdan günümüze kadar taşınıp gelmiştir. Geçmişten günümüze ibret dolu bir hatırayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu tarihi anıyı bugün dünyaya hükmetmeye çalışan ABD’nin o dönemde ne durumda olduğunu gösteren bir vesikadır.
1793’te 11 Amerikan gemisi Türk korsanlarınca ele geçirilmişti. Kongre Başkanı George Washing-ton’a, Türk korsanlara karşı koyacak kalyonların inşası için 688 bin altın dolar harcama yetkisi tanıdı. Ancak donanma inşası uzun vadeli bir işti. Bu yüzden görüşmeler yapılması yoluna gidildi. Sonuçta Başkan George Washington ile Beylerbeyi Hasan Paşa arasında 22 maddelik bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma hükümlerince Amerikalı esirler ve gemiler serbest bırakılacak ve bundan böyle denizlerde serbestçe faaliyet yürütebileceklerdi. Buna karşılık Amerika tarafı, bir defaya mahsus 642 bin altın dolar ve yıllık 12 bin Osmanlı altını ödemeyi kabul etmişti. Bu belge, Amirakan tarihinde İngilizce dışında başka bir dile imzaladığı tek anlaşmadır. Aynı zamanda ABD’nin bütün tarih boyunca başka bir devlete vergi ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği tek anlaşmadır. İşte böyle bir şanlı tarihimiz var. Geldiğimiz son halimizle kıyasladığımızda “biz bu değiliz. Bunları hak eden bir geçmişe de sahip değiliz” diyorum.