Her bir ferdin bulunduğu yer ve iştigal ettiği işlerde mutlaka yapacak olduğu işler vardır.
“Ben ne yapabilirim?” demek peşinen teslimiyeti kabul etmek olur ki bu kişinin araç ve amacını olumsuz etkiler. Çocukların yaş ve konumları itibarıyla yapacak oldukları vardır. Öğrencilerin de öyle, işçinin, memurun ve esnafın da kendi has işleri vardır. Hiç bir fert bu işlerden kaçarak kendisini sorumsuz bir hale getiremez.
Tarihe yön vermiş nice değerli şahsiyetler dünyada yaşayarak ömürlerini tamamlamışlardır. Geride bırakmış oldukları eserlerden istifade eden nesiller bu kişileri rahmetle veya nefretle anmaktadırlar. Peygamberler Allah’ın emrine harfiyen uymuşlar ve kendilerine düşen görevleri de yerine getirmişlerdir. Hatta tebliğ ettikleri hakikatlere hiçbiri katılmamış olsalar dahi Peygamberlik görevlerini asla bırakmamışlardır.
Yunus Peygamber otuz yıl Peygamberlik görevini ifa etmiş, kendisine tabi sadece iki kişi olmuştur. Bu hizmeti yeterli görmeyip kavmini yalnız bırakarak Allah’ın emri olmadan terk edince başına gelenleri tarihi bir vakıa olarak okuduğumuzda görmekteyiz.
Peygamberlik görevleri böyle iken yine Osmanlı Padişahları da aynı şekilde ilah-i kelimatullah için ömürlerini tamamlamışlardır. (Bir kaçı istisna ki bu konuya girince olayların ne şekilde geliştiğini de izah etmek gerektiğinden şu an sadece yapılanları yazdığımızdan dolayı girmek istemiyorum) Ve bu köşede taraf olmadan yazı yazan tarihçilere havale ediyorum. Osmanlı Padişahları döneminde veya o dönemden sonra gelen din âlimleri, ilim ve bilim adamları da aynı şekilde gelecek kuşaklara “neler ulaştırabilirim?” gayreti içinde oldular. Hayatlarından hayatımıza alacak olduğumuz çok güzel örnekler olduğu gibi tarihin tozlu sayfalarına düşen acı dolu yaşamlarda günümüze kadar, hatta kıyamete gidecek belgeler yaşamaktadır.
Her bir ferdin düşüncesi çok önemlidir. Mutlaka değer vermek gerekir. Unutulan ve hatırlanamayan bir anı insanı yaşamında yeni bir sayfa açabilir. Bu yüzden kişilerin görüş ve düşüncelerine saygı duymazsak bile hoş görü ile bakmalıyız. Yetişme tarzı, aile, toplum, okul, işyeri gibi çalışma alanları fertleri olumlu veya olumsuz yönde etki altına alabilir. Yine de örnek aldığımızda sonradan pişman olmayacağımız şahsiyetler de vardır. İşte Peygamberimiz ve onun sahabeleri. Hayatlarından sırf dünya sevgisini çıkarıp, hem dünya hem de ahret için çalışan bu şahsiyetlerin nelere değer verdiklerini veya vermediklerini okuduğumuzda bizlerin neden mutlu ve huzurlu olamadığını daha iyi anlama fırsatımız oluyor.
Peygamber olmamasına rağmen Peygamber gibi yaşayan örnek sahabeleri elbette tam olarak hayatımıza tatbik edemeyiz. Onlar ışığı direk olarak Peygamberden alırken, bizler kaybolan ışığı aramakla meşgulüz. Dinimizi yaşamada ve içitima-i hayatımızda ailede, toplumda ve iş yerindeki davranışlarımızda bu güzide şahsiyetleri örnek almış olsaydık bugünkü nesil böyle mi olurdu? Anasına babasına itaat etmeyen, büyüğüne küçüğüne saygı göstermekten imtina eden, giyim ve kuşamında bizim olmayan bize yakışmayan kıyafetlerle sokaklarda dolaşırlar mıydı?
Sıcak ve kavurucu havalar yaşıyoruz. Rabbimizin tasarrufunda olan mevsimlerin bu şekilde devam etmesinin beşer olarak bize verecek olduğu mesajları iyi okumak zorundayız. Yazın sıcağını, kışın dondurucu soğuklarını bizler düzenlemiyoruz. Aciz ve fakir insan ancak tabii olarak hayatını bu şartlarla alıştırmak zorundadır.
Geçen gün yolcu olarak bindiğim bir araçta iki kadının konuşması dikkatimi çekti. Kadının birisi diğer arkadaşına sesli olarak “Ramazan da geliyor. İki ay erteleme olmaz mı?” dedi. Diğeri “Diyanet’e sormak gerekir” cevabını verdi. Bu sözleri duyunca şakasının bile insanı derinden düşünmeye sevk etiğini hatırladım. Kâinata kanunları koyan Allah hiçbir kuluna eziyet çekeceği ibadeti farz olarak emir verir mi? Ve de vermemiştir. Dünyanın sabit olması halinde belki bacımızın dedikleri aklen uygun olabilirdi. Lakin gece ve gündüzleri yaratan Allah her millete on iki ayın her birinde oruç tutma şansı ve fırsatı vererek adil sıfatını tecelli ettirmiş oluyor. Bu sıcakları fazla bulan kardeşimin başka ülkelerdeki daha fazla sıcakta oruç tutanları göz önüne alması gerekir. Tabiî ki uzun gün ve sıcaklarda oruç zordur. İşte her zorlukta bir rahatlık vardır. Sancı çeken anne çocuğunu dünyaya getirdiğinde çektiği sancıları unutur. Hasta koridorlarında çile çeken hastalar da Allah’ın Şafi ismi gereği tedavi olunca geçmiş dertlerini unutur. Bir yıl boyunca her türlü stresi çekerek sınava hazırlanan genç de sınav sonucu ile birlikte rahata kavuşur. Siz, siz olun Allah’ın, yap dediğini yapınız, yapma dediğiniz ise yapmayınız. Bakınız sonuç lehte mi aleyhte mi olacak…