ANA, BABA VE EVLATLAR
Ana ve baba eşi bulunmaz iki değer. Eninde sonunda herhangi bir olumsuzluk olmadığında her gencin yaşayacağı mutlu ve mutsuz yıllar.”Ne ekersen onu biçersin” atasözü gereği öyle veya böyle birçoğumuzun ihmal ettiği ve sonucunda üzüldüğü hayat serüveninin belli noktalarındaki duraklarımızdır; Anne ve babalık. Yemeden yediren, giymeden giydiren ana ve babalar. Evlatları için kendi hayatından bile vazgeçen anne ve babalar. Soğuk kış günlerinde başımızı koyup sıcacık kalbini dinleyip ninni gibi uyuduğumuz anne kucağı. Yoksulluğunu evlatlarına belli etmeyen anne ve babalar. Evlatlarının sıkıntılarında sessiz sessiz kenar ve köşelerde gözyaşı döken ana ve babalar. Hastalandığında sabahlara kadar yanında bekleyen ve sessizce gözyaşı döken ana ve babalar. Hayatın her safhasında emekli olup asla babalık ve analıktan emekli olamayan bu eli öpülecek nurani varlıklar.”Cennet ana ve babaların ayağı altındadır” diyen Hz. Peygamber(as) boş yeremi hâşâ bu lafı demiş ve bugüne kadar, hatta kıyamete kadar zihinlerimizde yer yapmıştır. Bu Hadis’i şerif Sanki günümüz ana ve babaların çekeceği sıkıntıları ta o zaman görmüş de söylemiş gibi hala tazeliğini koruyor. Evlat, evladı oluncaya kadar bilemez ana ve babalığın ne demek olduğunu. Bazı bahtsızlar evlat sahibi olsa bile bilmiyor ana ve babalarının kıymetini. Evlenir. Evini barkını, işini aşını düzene koyar. Unutur ana ve babasını. Günler, haftalar, aylar. Hatta yıllar geçer ne kapıları çalınır. Nede telefonları. Bir gün Cami hoparlöründen ”Falanca kişi hakkın rahmetine kavuştu” ilanıyla uyanır. Yattığı gaflet uykusundan. Bu uyanış artık hiçbir şey ifade etmez. Ne uğrunda akıtılan sahte gözyaşı, ne de gelenlerin vereceği “başın sağolsun” taziyesi. Ben şahsen önceleri Yaşlılar için kurulan Rehabilitasyon Merkezlerine karşı olduğumu dile getirmiştim. Lakin bir süre önce Pazar İlçesinde açılmış olan kısa adıyla “bakıma muhtaçlar” yurdunu görünce “iyi ki varmış” dedim. Pazar’da yaşıyorsanız. Anne ve babanız da varsa mutlaka gidin ve görün tavsiyesinde bulunmak istiyorum. Gözü camlarda, açılan her kapıda sanki gelecek birini gözlüyor gibi kalbi helecan ve heyecanla çarpan bu yaşlı ana ve babalarımızı mutlaka görün. Bunlar da bir gün evlat tarafından getirilip bırakılmış. Ve bazıları da unutulmuş. Yurdun görevlisi ile görüştüm. Buraya gelenlerin birçoğunun çocukları var. Onlar tarafından getirildiğini söylüyor.”Neden? diyorum” bana” bakımları daha iyi oluyor” dedi. Ve bırakılanların birçoğu “ya gencin ailesinin istememesi sonucu veya bakmakta güçlük çektiğiyle ilgiliydi. İşte gelinen durumumuz budur. Duası alınmadan yakamızın bir araya gelmeyeceği anne ve babalarımızın düştüğü trajikomik yaşam budur. Ben yaşlı bir anneye sordum.”Anne nasılsın. El cevap” sağol oğlum Allah(cc) razı olsun iyiyim ”dedi. Devamla “çocuğun varmı” birden heyecanla” var. Allah acısını vermesin” dedi. İşte bırakılıp gidilen bu kapılarda bile evlat acısını duymak istemeyen, ama kendisi zor şartlarda da olsa ayakta durmaya çalışan çınar gibi bir ananın hissiyatı. Bir süre önce evladını kaybeden dayımın kızının halini görünce hala gözyaşı dökerim. O ne haldi. Evlat acısı bu kadar kötümüdür? Allah kimsenin ocağına düşürmesin. Demek ancak çeken biliyor. Günlerce boğulduğu denizin sahillerinde gözyaşı dökerek dolanıp duran dayımın kızı. Acaba yaşasaydı o çok sevip kimseye koklatmak istemediğin yavrun sana neler yaşatacaktı? Bu bilinmez olsa bile ana yüreği dayanmak bilmiyor. İşte analar böyledir. Herkes çocukluktan ana ve babalığa geçiyor. Nedendir acaba, evlatlarda kendi çocuklarına kol kanat gererken ana ve babalarını ihmal ediyor? Hayatın ve yaşamın içinde bunlarda mı var. Veya olmalıdır. Askere giden oğlu için sabaha kadar gözyaşı döken, askerden sonra dönüp hayata atılan oğlu tarafından unutulan annenin hislerinde hiçbir değişiklik olmazken, evlat neden bu denli hissizleşip anasına ve basına gerekli ilgi ve alakayı göstermiyor?