YAYLALARDA GÖÇ BAŞLADI
Daha dün karlar kalkmış, ortalık yemyeşil bir örtüye bürünmüştü. Yaylacılar ile birlikte ahırlarda mahpus hayatı yaşayan hayvanlar da bir an önce özlemini kış boyu çektiği yaylalara gitmek için sabırsızlanıyorlardı. İlkbahar yüzünü göstermeye başlayınca yaylacılarda da heyecan artıyor. Nisan ayı ile birlikte başlayan yaylaya çıkma yolculuğu hazırlıkları bir yandan hüzün dolu ayrılığa sebebiyet verirken, diğer yandan yerini yeniden kavuşma hasretine bırakıyor. Oysa ne güzel hayaller ile çıkılmıştı yaylalara. Sanki hiç kış gelmeyecek. Bizde bu güzelim taşı toprağı hayat kokan yaylalarda kalmaya devam ederiz diyorduk. Unutmuştuk kışın geleceğini. Belki de gelmesini istemiyorduk da o yüzden aklımıza gelmiyordu. Derken önce ılık ılık esen rüzgârlar, ardından her saat başı dağları kaplayan sisler bizlere bir şeylerin başladığının işaretini veriyordu. Duymak ve görmek istemediğimiz bu ikazların ardından da bu kez yağmurlar ile başlayan soğukların akabinde gelen ilk kar bizlere artık ciddi bir şekilde ”hazırlanın” diye ikaz ediyordu. Dağlar üzerindeki ot ve çiçeklerini artık uykuya bırakmış. O nazenin ve nazik bedenlerinin kışa dayanamayacağını bilen yaratanın emrine uyarak bir daha ki seneye kadar dinlenmeye kendilerini saklamışlardır. Ve kaçarak gittiğimiz şehir-mahalle ve köylerimizdeki yerlerimize bu kez mecburiyetten tekrar dönüş başladı yaylalardan. Gitmek için gün sayan yaylacılar ve hayvanlar, bu kez soğuklar ve kar, kış basmadan kaçmanın plan ve programlarını yapmaya başlıyorlar. Yaylalar altı ay boyunca konuklarını ağırladı. Onlara havasını suyunu, otunu çiçeğini ikram etti. Yaylacılar ve Hayvanlar da gönüllerince istifade ettiler. Soğuk sularından içtiler. Yaylalarda hayat çok farklıdır. Bazıları günlük, bir diğeri haftalık çıkar yayla denen doğal güzellikleri seyre. Bazıları ise doğma büyüme yaylacıdır. Onlar hayvanlarla birlikte çıkarlar bu güzelim yerlere. Altı ay boyunca, süt-yağ ve peynir yaparlar. Bir yandan temiz hava teneffüs edilirken, diğer yandan tam organik gıdaları piyasaya sürmeye çalışırlar. Alınan bedeller ise dönecekleri mekânlarda kışlık ihtiyaçlar için kullanılır. Yaylacıların misafir mi mukim mi oldukları belli değildir. Sabit mekânları adeta yok gibidir. İki yerde de misafir gibidirler adeta. Çıkış muhteşem oluyor yaylalara, gerçi genç kızlar ve erkekler artık kalmadı. Bu yerler de yaşlıların mekânı olmaya başladı. Çıkarken mırıldanılan;
Oy dumanlar, dumanlar,
Hep dağları sardunuz
Yüreğumun derdini
Bilsanuz ağlardunuz,
Diyerek yol alan, orta yaşlı ve yaşlı kadınlı erkekli yaylacıların hasret dolu günleri böyle dile getiriliyor. Yayla zamanı gelince gurbette yaşayanlarda da bir heyecan ve telaş başlar, kendileri gelmeden hüzün kokan şiirleri gelir bizlere. İşte İstanbul’un gizemli yaşamlarına ayak uyduramayan bizim yaylalının gönderdiği;
VERÇENİK YAYLASINA YAZ GELSUN GİDECEĞUM
ÖMRÜMÜN KALANİNİ ORDA GEÇURECEĞUM
HERŞEY ÇIKAR MENFAAT DOSTLUKLAR HEP YAPMACIK
VERANE İSTANBULA DAHA GELMEYECAĞUM.
Dörtlük işte bu hisleri dile getiriyor. Yaylalara gitmek çok güzel ve heyecanlı oluyor da, dönüş ise akla bile gelmiyor. Aniden bastıran soğuklarla artık bu mekânlardan çıkmanın zamanının da geldiğinin işaretleri başlıyor. Gidişi neşeli olan Yaylaların dönüşü hüzünlü oluyor. Bir zamanlar kalacak yer bulmakta zorlanılan haneler şimdi kimsesizlikten viran olmuş. Kışın ise yabani hayvanlara mekân olan bu yaylalardan bir türlü ayrılamayan yaşlı nesilde artık tükenmeye başladı. Gençler ise günübirlik, bir günlük gidip dönüyor. Hayatın acımasız şartları ile düzenli yaşamlarımızda heba olup gitti. Kendine ve ailesine zaman ayıramayan bir nesil türedi. Umarım geçmişine sahip çıkan yeni bir nesil gelirdi. O muhteşem dağların şenlikleri de geri döner.
Bir Sevda Yürekte doymak bilmeyen..
Kor olmuş içimde ateş dinmeyen...
Bu Dağlar bir tutku varmı sevmeyen..
Sanata hayranım Sevdamsın dağlar.
Bu bir sevda sevdanın ne demek olduğunu ancak aşıklar anlar. Ama anlatamaz. Çünkü bazı olaylar anlatmakla değil yaşamakla elde edilir.