KÖYDEN İNDİM ŞEHİRE
KÖYDEN İNDİM ŞEHİRE
Onlar geçmişten örnekler vererek bizlere hem ders hem de yaşanan acı ve tatlı hatıraları anlatırlardı. Biz de zevk ve heyecanla dinlerdik.
Daha sonraki yıllarda şekillenen yaşamımızda bu öğütler bize yol göstericilik yani rehberlik yapardı. Yapmaya da devam ediyor.
Okul çağlarımızda mahallemizde her hanede en az beş kişilik bir nüfus bulunurdu. Mahalleler şendi. Gelecekte olacaklar ve yaşanacaklar bizleri fazla dert etmezdi.
O dönemlerde her evden en az bir iki kişi gurbette yaşardı. Babalar hatta dedeler hayatlarını gurbette geçirmek zorunda kalırlardı. Gurbete giden evin bir veya iki kişisi orada biriktirdiklerini köylerine yollar köydeki aileler de gönderilen harçlıklarla yaşantılarına devam ederlerdi. Şartlar zor olmasına rağmen güçlü ve sarsılmaz bir aile bağı, komşuluk ve akrabalık etkiliydi. Derdi olanın derdine ortak olunur, işi olanın işine imece usulü ile koşulup yardım edilirdi.
Okul çağlarında sanırım ortaokul sıralarındayken mahallemize ilk siyah beyaz televizyon köyümüzün en yaşlı amcasına, oğlu tarafından Ankara’dan gönderilmişti. Biz de çok merak edip akşam saat 18’de açılacak olan programları seyretmek için komşumuzun evine koşardık. Tam tamına en az on kişi evde saat 18’de başlayacak olan yayını görmek için heyecanla zamanı doldurmaya çalışırdık.
Saat 18’de açılan programda görüntüler çok kötü olmasına rağmen yine de insanların cam içinde bizlere bakarak konuşması ilgimizi çeker heyecan ve zevkle izlerdik. Gel zaman git zaman derken yaşlılarımız bir bir ebedi hayata göçmeye başladılar.
Bir yandan yaşlılarımız ebedi âleme hızla giderken, diğer yandan büyüyen gençlerimiz de gurbete göçmeye başladılar. Uzun bir serüven yaşanmadı. Göç bir anda geldi. Yanlış politikalar, artan nüfus, yetmeyen toprak, olmayan iş güç de, göçü körükledi. Köyler bir bir boşalmaya başlarken, anakentler de o oranda dolup taşmaya başladı.
Bizim mert ve yiğit gençlerimiz şehir hayatına alışmakta fazla güçlük çekmediler. Zaten Karadeniz insanının birçoğu gurbette ya fırıncı, ya da pastacılıkla veya kahvehanecilikle o yörede çalışıp çevre yapmışlardı. Gençlerimiz de göç etmeye başlayınca en kolay iş olan yakınlarının yanında çalışmak veya garsonluk yapmakla gurbet hayatına alıştılar. Daha sonra iş güç sahibi yani patron olmaya başladılar. İşte ne olduysa bu patronluklar gelmeye başlayınca olmaya başladı. Bir anda çevre, yer, makam ve mal mülk sahibi olundu. Allah versin. Çok görenin de gözü çıksın. Yokluktan sıkıntı çıkar. Varlıktan değil. Yeter ki kazandıklarının yanında kaybettiklerini aramayasın.
Uzun hikâye olan bu serüveni tam yazmaya çalışsak satırlar almaz. O dönem şehirden köye tatile gelen yaşlılarımız köyde bulunan genç ve yaşlılara hediye getirir, her iki kesimi de sevindirdi. Şimdilerde ise bu adet ve alışkanlık ortadan kalktı. Gerçi köylerde kimseler kalmadı. Bırakın köyleri mahallelerde bile çok az sayıda aileler kaldı.
Ne oluyor bizlere? Neden bu hallere geldik? Göç etmekle kendimizi de mi kaybettik? Şehre giden torunlar patron olup, para, mal ve mülk sahibi olunca her şeyi mi unuttular? Köylerine dönerken gittikleri mütevazılığı kaybetmiş âdete para ve mal mülk kazanmanın verdiği güvenle ayaklarını yere basmayacak duruma geldiler.
Çok yazık. Sermayesi iki metrelik beyaz bez ve iki metrelik toprak olanların bunca hava atmaya heveslenmesini de anlayamıyorum. Öyle dostlarımız vardı ki günümüz hatta saatlerimiz bile ayrı geçmezdi. Lakin bu gurbet bizi öyle bir hale getirdi ki ne birbirimizi arar, ne de sorar olduk. Bırakın iyi günde, sıkıntılı ve hastalıklı günlerimizde bile aranmayacak hallere geldik. Biz kendi kuşağımızla bu denli kopukluk yaşıyorsak ya bizden sonra gelecek kuşakların hali ne olacaktır? Para, servet, mal ve mülk. İnsanlığımızı mı da aldı götürdü? Aranmaktan korkar hale geldiler. Belki bir şey isterler diye telefona çıkmayanların olduğu bile söyleniyor. İşte gücünüzü artırdığını sandığınız ve yüzünüzü güldürdüğünü düşündüğünüz mal mülk para denen el kiri böyle bir şey.
Bir yandan onu kazanıyorsunuz, diğer yandan ise en sevdiklerinizi kaybediyorsunuz. Bugünkü halimize bakıp ne gurura ne de kibre kapılmayalım. Nice insanlar esen bir fırtına ile kazandıklarının yanında var olan can ve mallarını da kaybediyorlar. Bence en büyük zenginlik, sermeyesi öncelikle sağlık ardından sevgi ve hoşgörü olan kardeşlik ve dostluktur. Bunları kaybettikten sonra dünya senin olsa beş para etmez.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.