Bir yandan zaman hızla geçerken, diğer yandan dünyadaki ömrümüz de son hızla tamamlanıyor. Bir kez geliniyor dünya denen misafirhaneye. Âdem Peygamberden bu yana hızlı bir geliş ve gidiş yaşanıyor. Ruhlar âleminden ana karnına, oradan dünyaya daha sonra kabre ve haşre uzanan uzun bir yolculuk yaşıyoruz. Ruhlar âleminden başlayan yolculuğumuzun bizi ilgilendiren durağı dünya denen misafirhane çok ilginç, çekici ve bir türlü ayrılmak istemediğimiz mekândır. Bizler bu dünyada yapacak olduklarımızla mükellefiz. Diğer âlemlerde olup bitenleri sadece yaradan Allah(cc) biliyor. Bizler ise o âlemin iyi veya kötüsü, günah ve sevabı ile hesaba çekileceğiz.
İrademizi serbestçe kullandığımız dünyada yaptıklarımızı bilerek ve isteyerek yapıyoruz. Başıboş, anlamsız ve sorumsuz bir hayata değil, sorumlu, anlamlı ve görevli dünya hayatına istesek de istemesek de dâhil olduk. Yapmamız ve yapmamamız gerekenleri bize dinimiz kurallar olarak koydu. Akıl denen en değerli varlıkla mükellef olarak yaşıyoruz. Dini emir ve yasaklar aklın alamadığı, kabul edemediği görevler asla değildir. Yaradılış gayemize uygun yaşamamızı bize emreden Allah(cc) bizi bizden daha iyi tanıyor. İnsan sadece cesetten ibaret değildir. Kendisine takılan cihazlarla kâinata meydan okuyor. İşgal ettiği yere bakmadan adeta dünyalara talip oluyor. Elde edemediğinde isyana, ettiğinde ki; hiçbir fert “bana bu kadar yeter, gerisini olmayana veriyorum” diyen de yok bu nedenle mutlu olana da rastlamıyoruz. Mutluluk sanıldığı gibi cesedi tatmin etmekle olmuyor. Aç olan ruh maddiyatla dolmuyor. Azla yetinmiyor. Yedikçe, kazandıkça azıyor. Kaybettikçe açlığa mahkûm ettikçe isyan ediyor. Nefsin isyanında ruh hayat bulurken, nefsin mutluluğunda ise bu kez ruh ızdırap çekiyor. Sevgi şefkat, merhamet ve muhabbet sıfatları nefsin hiç mi hiç hoşuna gitmez. Barışmak, dağıtmak, paylaşmak ve sevgi nefsi perişan eder. Ruh ise bunların aksini yapmakla mutlu olur. Kâinatta muhabbete açık bir kalbin mutlu ve huzurlu olmaması mümkün değildir. Her olaya veya gelişmeye kaderin bir hissesini ekleyerek bakmaya çalışsak, şer bile hayra inkilab eder. Ne insanın ne de kâinatın boş şeylerle oyalanmaya, vakti yok artık. Bir yandan mahşer, bir yanda küçük dertler. Öyle bir ayna koymalıyız ki önümüze dertler utanmalı dert olduğundan, hesabın o çetin günü yanında. Mahşerin yanında her şey küçülmeli. O kadar küçülmeli ki görünmez olmalı yok olmalıdır. Hayatı iki eli böğründe yaşamaya mahkûm değildir insan; doğrulmalı. Yattığı yerden doğrulmalı. Silkinip kalkmalı. Çıkarların, menfaatlerin, riyaların, alkışların, desinler, görsünler hastalığının kol gezdiği, Allah’ın istemediği, ama her şeyin cirit attığı dünyada, ulvi bir ızdırapla inleyen kalp ne yapsın? Olanca hızıyla kirlenen ve ruhların kirlenip öldüğü bir dünyada, bedenlerin ölümü ne kıymet ifade eder ki; Üç kuruşluk basit çıkarların, menfaatlerin, faydasız hazların ve zevklerin uğruna ne canlar telef oluyor, ne idealler batıyor. Allah taşıyamayacağı yükü, hiçbir kulun omzuna koymaz. İnsan mukaddes bir hamaldır. Hamal ise yüküyle güzeldir. Bu yük büyük. Yükü de taşıyandan mukaddes. Ya taşımalı ya da doğrulup kalkmalıyız. Ya yazmalı, ya susmalı, ya hak ve hakikat konuşmalı. Ama asla yatmamalı, görevden kaçmamalı. Kabirde yatmak için zaman çok olacak. Geriye dönüş de asla olmayacak. Burada ne yaparsan senin olacak. Burada yaptıklarının hesabını vereceksin. Bıraktıklarından istifade edenler senin çektiklerini çekmeyecek, senin seslerini işitmeyecek, sana yar ve yaren olamayacaktır. Hayır bıraktınsa mutlu ve huzurlu, şer bıraktınsa onunla dost ve arkadaş olacaksın. Hiç kimsesi olmayan yalnızları da bir düşünelim. Bütün insanlık ailesini tek tek hatırlayalım. Binler, milyonlar, yüz binlerin hiçbiri bizden uzak yerlerde değildir. Onların her birinin kendine mahsus derdi vardır. Yarın mahşer arkadaşımız olacak onlar bizlerin. Her birinin bir hesabı var. Geçmişte yaşayanların, şu anda yaşayanların… Bugünkü insanlar da yarın yaşayacak olanlar da. Hepsi birlikte duracaklar divana Allah’ın huzuruna. Birlikte hesap verecekler. O zaman aralarından bir adım öne çıkacak olanlar, başkalarının dertleriyle dertlenenler, onların dertlerini yüreğinde hissedenler olacaklar.