yazımızdan sonra kendimi de okuyucularımızdan aldığım mesajlarla birlikte hesaba çekiyorum. “Bu yazımda kimlerin kalbini ve gönlünü kırdım? Kimler yazımızdan mutlu olup, sevindi?” Ben okuyucularımın yerine kendimi koyarak değerlendirmeye çalışıyorum.
Yazacak olduğum yazıma başlamadan önce etraflıca düşünürüm. Bu yazım birçok kişi tarafından okunacak. İyi veya kötü değerlendirmeye alınacak. Kabul edenler olacağı gibi tenkit edenler de olacak. Bu beni katiyen üzmez. Bilirim ki yazı bir anda tasarlanarak yayına hazırlanmamıştır. Birçok akıl süzgecinden geçmiştir. Kendi düşüncelerimi ve tercihlerimi bir kenara bırakırım ben ben olmaktan çıkar gerçek ve hakikatlere yakın olmaya çalışırım. Bu bazen karşımdakini kırabilir. Aslında niyetim de bu değildir. Bir yandan kırılacak kişi ve kurum. Diğer yandan kişi ve kurumlar için “ikaz ve uyarı yap” diyen okuyucularım. İşte bu minval üzerine gidip geliyoruz.
Yirmi beş senedir. Bu hep böyle geldi gidiyor. Bazen yazılarımıza kırgın dostlarımız tarafından açılan davaların mahkemelerin kapısından döndüğümüz de oluyor. Bu iki tarafın tam anlaşılmamasından kaynaklanıyor. Aslında yazan da yazıya muhatap olan da bilir ki art niyet asla yoktur. Birazcık kantarın topuzu fazla kaçmıştır o kadar. Bir önceki yazımda Diyanet camiası ile ilgili yazı kaleme aldım. Ortalık toz duman oldu. Eline bilgisayarı alan tuşların başına geçerek yazara yani bana veryansın ettiler. Bu yazım bir hafta daha kalsaydı, çok değerli diyanet camiası daha fazla zarar görecekti. Ben de bu yüzden her hafta sonu değiştirdiğim köşe yazımı bu kez biraz öne almış oldum.
Yıllar çok çabuk geçiyor. Her kurum kendini yeniliyor. Bu yenileme bilgi ve beceri ile oluyor. Ben çok saygın olan Diyanet camiası mensuplarının da bu gelişmelere hızla adapte olmasını isterdim. Yeni göreve başlayan Diyanet İşleri Başkanımızın ülkemize yapmış olduğu açıklamaları dikkatle dinlediğimde öne çıkan en önemli mesajın “Kardeşlik, birlik ve beraberlik” üzerine olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca bu yıl farklı bir çalışma başlatmış ki takdirle karşılamamak mümkün değil.
“Camilerin Hz. Peygamber dönemindeki doğallığına, kadın erkek, çocuk, genç, yaşlı hemen herkesin kendini bulacağı ve maneviyat ikliminden herkesin teneffüs edeceği bir mekân olmasına katkı sağlamaktır. Bu çerçevede din görevlilerimiz, camiye gelen büyüklere hitap etmenin yanında çocukları da sevgi ve merhametle kucaklayıp “sevgili çocuklar camiye hoş geldiniz” diyebilmeli, İslam’ın sıcaklığını ve rahmet yüklü mesajını onların küçücük yüreklerine yansıtmalı, cami-çocuk buluşmasının anlamlı bir zemine oturtulmasına katkı sağlamalıdır.” diyor.
Bir başka açıklamasında dünyevileşme hastalığından bahsediyor. Bu hastalığın tedavisi için ise öncelikle diyanet camiasının değerli mensuplarına büyük görevler düştüğünü izah ediyor. Şöyle ki; İnsanın dünyaya olan tamahı ve arzusu zamanla şekil değiştirse, peşine düştüğü mal ve üretim vasıtaları farklılaşsa da, özü itibarıyla bu değişmemektedir. Dün, insanlar tarafından ayette geçen nimet ve güzellikler, âdeta hayatın gayesi olarak algılanmış, akla hayale gelmeyen uhrevi mükâfatlar unutulmuştu. Bugün ise bunların yerini son model arabalar, dayalı döşeli lüks daireler, iş yerleri, döviz ve banka hesapları vb. dünyevi materyaller almıştır. İnsan artık geçici bu dünya metalarının büyüsüne kendisini kaptırmış, Yüce Allah’ın söz verdiği ebedi mükâfatı unutur olmuştur.
Ayetin devamında dünya hayatının insanlar arasında bir gururlanma ve büyüklenme vesilesi, mal ve evlat konusunda bir çoğalma yarışı olduğu ifade edilir. İnsanlar, sahip oldukları mal ve mülkle birbirine hava atar, makam ve mansıpları ile tafra satarlar. “Benim var, senin yok, ben büyüğüm, sen küçüksün” gibi daha ziyade çocuklarda görülen bir yarışa girerler. Ancak insan hayatının, geçici ve aldatıcı bir zevkten başka bir şey olmadığı unutulur. Oysa hayat, âdeta yağmurun bitirdiği ve ekenlere sevinç veren bir bitkiye benzer. Ancak bu bitki, bir zaman sonra kurur ve sararmaya başlar; sonunda da çer çöp olur gider. Sahiden biz de tıpkı bir bitki gibi hayatımızın çocukluk ve gençlik çağlarında anne babamızın mutluluk kaynağı olmuyor muyuz? Yaşlandıkça da sararıp solmuyor ve sonunda da toprağa karışmıyor muyuz? Diyerek bizlere mesaj veriyor Benim yazdığım ve asla kişi ve kurumu hedef almadığım yazıma hem de çok saygın bulduğum lakin yaptığı açıklamalarla şahsi adına üzüldüğüm hocalarımın bu denli tepki gösteren camia yoksa Sayın Diyanet İşleri Başkanımızın temsil ettiği kurum değil midir? Çok merak ediyorum. İmamlarımız da beşerdir. Hata yapmaya meyillidirler. Günahtan hali değillerdir. Yoksa ben yanlış mı düşünüyorum? Yazımdan hiç etkilenmeyenler de oldu. Çünkü onlar Sayın Diyanet İşleri başkanımızın düşündüğü gibi düşünüp, görevlerini yapmanın mutluluğu ile yastığa başlarını koyarak rahat uyuyorlar. Ben de bu gruba değil, diğer gruba seslenmiştim. Saygılarımla.